15 Şubat 2012 Çarşamba

Kadın; kent ve müzik...

  Yağmurun hüzün dolu nameleri yayılıyordu etrafa. Bir öğleüzeri bu sessiz Mağrip kentinin taş sokaklarında adım adım kadının buklelerine gidiyordum. Bulutlar eski kentin tepesinde toplanmış, yepyeni bir anın yaratılışına has bir coşkuyla gürlüyorlardı. Tüm Granada suspus olmuş; görkemli katedrali, taş binaları, küçük sokakları, mağrip edalı insanlarıyla bu muazzam anın tanıklığını yapıyordu. Girdiğimiz bir başka sokakta gözlerim hayallerin doruklarında ki bu gizemli kentin, sonbaharlara has kahverengi tonlarına bürünmüş bahçelerine dalıyorlardı. Bir kuş konduğu meşe ağacının dalında şakıyor ve bir başkası, sonra daha ötede ki bir başkası bu aryaya katılıyordu. Kentin hüzünlü yanı, gri-kızıl bulutlarla birer gözyaşı oluyor ve ruhun ölümsüzlüğüyle sarılmış bedenlerimiz; ipek hafifliğinde, sarhoşlar gibi bu deryada yüzüyordu. Kadının bir kaç adım ötesinde kalmış ve tanrı güzelliğine sahip dişinin buklelerinde mutluluğun ağlarına dolanıyordum. O an durup arkasına döndü ve sessizliğe bürünmüş bana, tüm bu güzellikler karşısında lal olmuş ruhuma baktı. İnceden bir gülüşle yanıma sokuldu. Elimi tuttu ve bir anne şefkatiyle -ağır ağır- incitmekten korkar bir halde uzandı, dudaklarının koyuluğunu ve bu rengin tatlılığını kenetledi dudaklarıma. Tekrar gülümseyip elimden tutup "hadi gidelim" dedi.

Little alley down in Granada by Polla @ deviantart

  Dört bir yanı sokaklarla çevrili, yolları taş döşenmiş ve her biri bir avuç büyüklüğünde ki yamuk yumuk taşların arasından süzülen yağmur sularıyla dolu bir küçük meydana çıkmıştık. Sağımda ki binaya doğru sürükledi beni. Sorgusuz sualsiz adımlarım onu takip etmiş ve az sonra tahtadan bir kapıdan içeri girmiştik. Mekanı tatlı bir ezgi doldurmuştu. Loş, sarı spot ışıkları arasında, bu küçükten odaya dört-beş masa atılmış ve duvarları; o an çalan müziğin üstatlarının resimleriyle doldurmuşlardı. Oturup birer romlu kahve ısmarladık. Kadın mutluluk dolu gözleriyle beni süzüyor ve meleğimsi bir ses tonuyla kulağıma "burayı seveceği tahmin ediyordum" diye fısıldıyordu. Ruhum dalgalanıyordu, cazın bir yükselen bir hafifleyen ritmleriyle coşkun bir nehir gibi akıyordu. Bedenim kıvrılıp bükülüyor, sıçrayıp koşuyor, kafeden dışarı taşıp; artık mehtabın aydınlattığı taştan sokaklara, mavi ve yeşile bürünmüş tarlalara, uçsuz bucaksız enginlere karışıyordu. Uzaklara yelken açmış bir gemi misali tüm gövdem aşkın sıcak rayihası ile dolup taşıyordu. Kadının her nefes alışverişinde, gerdanında ki zarafet beni de bir görünüp bir kayboluyordu. Vecd haline tutulmuş bir semazen gibi kadının etrafında dönüyor, bu Mağrip kentinin, güzeller güzeli esmer kızına methiyeler düzüyordum. Ruhuma dolan bu mutluluk; yalnız karşımda ki meleğin kadınlığına has kokusundan kaynaklanmıyor, onun bu muazzam evrende cazın, yağmurun, mehtabın, loş ışıklarla kaplı bu mekanın, taş sokaklarıyla mağrip kentinin farkında olmasıyla, tüm bunları bilip yaşamasıyla daha da artıyordu.

bohemia jazz cafe

  Tüm bu farkındalık beni yeryüzünde ki tüm adamlardan daha şanslıymışım duygusuna sürüklüyor ve işte o zaman; tünemiş olduğum bu evrenden kanat çırpıp uzaklara, kadının bukleleriyle dolu bir başka dünyaya uçuyordum.


+not:

  • mevzu bahis mağrip kenti; granada
  • yığınla anılar arasından sıyrılıp ve bellekte iz bırakmış, yazıya konu olan kafe; bohemia jazz cafe

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder