31 Aralık 2013 Salı

+ Vidyoçalar: Ayse Tütüncü

  
Yeni yıla bir kaç saat kala, Vidyoçalar'ın ilkiyle, müzik dolu nice yıllar diliyorum...

 Soprano saksafon'da Yahya Dai, bas klarnette Oğuz Büyükberber ile Ayşe Tütüncü Trio;




Çeşitlemeler albümünden Carla's Tango;




Dersim '38 Anısına;


27 Aralık 2013 Cuma

+ Taş Suratlı Dede'den mektup..

  Bugün kitapçımda Joel Kovel'ın bir başka kitabını gördüm; 'doğanın düşmanı'.  Daha önce okumaya çalıştığım ama epey zorlandığım tarih ve tin ile bazı mevzularda paralel görüşler içeren bu yeni metinde, yazar yine kapitalizmin şerhinden bahsediyor. Metnin özünde ki temel konu şuydu; "Kapitalizmin doğasıdır bu, yok etmek." Bu nokta da elimde kovel'in kitabı, aklımda burroughs'un nova üçlemesinin son halkası nova ekspresi ve sel yayınevinin blogunda izlediğim, nova ekspresi eksenli bir takım videolar vardı. 



  Beat'lerin ağababasıdır Burroughs ve elbette keş. Neslin taş suratlı dede lakabına nail olmuş bu insan -ki kimine göre çağının ve toplumunun peygamberi- elinde ki mevcudiyetlerin toplum-devlet tarafından mantıksızca alınışının, mağduriyetinin, haklılığının ve ayrıca iğrendiği dünyanın insanlarının bir parçası oluşunu işledi yapıtlarına. Canki dedenin altın vuruşu yine kullandığı materyalin gizinde saklıydı; o kullandığı uyuşturucusunun aracılığıyla keş mertebesine yükseliyordu lakin toplumda en az onun kadar keşti; gözleriyle, kulaklarıyla, elleriyle, dilleriyle, tüm vücutlarıyla doz doz yükselterek alıyordu uyuşturucularını. Gazete sayfalarında, cızırtılı radyo kanallarında gezinirken, yeni yükselen bir binanın soğuk gölgesinde, televizyonun altıncı oktavda ki sessizliğinde, renklerle bezenmiş ama saydamlığın ötesinde geçemeyen bedenlerden veriliyordu uyuşturucu. Toplum, denetim mekanizmalarıyla hücuma geçtiği her yeni bir saniye de, tek yaptığı 'duvar'a yeni bir taş eklemek oluyordu.

  Sömürücü düzenin en iyi yaptığı iş olan denetlemenin, vuku bulduğu en iyi mecrayı dil olarak işaret ederken Burroughs, cut-up tekniği ile sonsuz dürüstlüğe erişebilmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda nova ekspresi burroughs'un -dileyenin tanrısının- sessiz manifestosudur. Önceden sıklıkla duyduğum ve ancak okuduktan sonra nedenini anladığım "cut-up tekniğinin ama özelde burroughs'un okuması zordur" durumundan bihaber olmayın ha! Amma, cut-up tekniği her ne kadar zor ise de bir o kadar okuyucunun yaratıcı özgürlüğüne bir kapıdır. Zira metinler/sözcükler tamamen birbiriyle bağlantısız ve bir o kadar bağlantılıdır. Yani en başta ki bir cümleyi ortadakiyle, sondan önce ki kelimeyi istediğiniz bir başka pasajla birleştirebilirsiniz.

  Ha evet! Bütün bunları neden anlattım? Sahne bire geri dönersek, Kovel'ın kitabını bırakıp tekrar izlediğim videolara dönmüştüm. O an Kovel'a ve metinlerine dair bildiklerim ve bu yazarın anlattıkları; hemen hemen Burroughs'un esriklikleri ve anlatıklarıyla benzerdi. Her ikisi de 'yok eden' bir düzenden ve onun çocuklarından, refrekslerinden bahsediyordu. Tek fark biri 'akademik' bir düzlemde, diğeri 'sokak' düzleminde kurguluyordu cümlelerini. Tüm bunlara istinaden, muhtemelen altyazı çevirenenin/ekleyenin de Sel yayınlarından biri olduğu ve youtube eklenmiş üç-dört bölümlük videoları yayınevinin blogunda gördüm, okudum ve izledim. Elbette etkilendim. Her ne kadar Burroughs okundukça beyinde karmaşa çoğaltıyor olsa da, ilgili videoları izlemeden önce Burroughs'u ve/ya nevi şahsına münhasır cut-up tekniği tanıyın istedim. (bununla birlikte her ne kadar önceden araştırma yapacak olsanızda metinleri anlamakta zorluk çekebileceğiniz gerçeğinin de bilincinde olun! ve elbette buradan haraketle çıkın burroughs hakkında daha çok fikir edinin, arayın istedim...)

  Burroughs'un Nova Ekspresinden pasajlar eşliğinde Andre Perkowski tarafından yapılmış film çalışmaları;
Videoların ilki burada ama çalışmaları daha iyi anlamak için yayınevinin blogunda, ilgili videolara dair metinlerini okuduktan sonra izleyin; blog için buradan lütfen!



  Ayrıca Nova Ekspresi üzerine, beat uzmanı Şenol Erdoğan'ın cyberzenarchy'de bir yazımı mevcuttur. Okuyun.


+görsel: stefanotirone tarafından -@WP

5 Kasım 2013 Salı

+MüZiK: Caz'da İsrail Ekolü veya "Şalom Caz!"

  // New York'ta  bir avuç kedi*

I- önce Tal vardı;
  "Caz, dünyanın etnik müziğidir." diye bir deyiş duymuştum. Milyon, milyar kilometre kareler boyunca varlığını sürdüren insan evladinin, binlerce yıllık müzik tecrübesine rağmen, nasıl oluyordu da caz müziği böyle bir atfı hak edebiliyordu?

  Caz bir erime potası -mikser- gibi işlev görebilen, ucu bucağı sınırsız açıklıkta bir gerçektir. Mevcudiyetini de yine aştığı yollara referansla açıklayabilir ve kıtalar arası sayısız bir bileşkenin meyvası olduğunu hemen gösterir. (bkz: cazın tarihi -WikiVe bugün, tüm geçmişi/gerçekliğiyle elimizde duran bu akım, varoluşunun sebebini, yaşamının en mühim şartı haline getirdi. Doğunun, batının, klasiklerin ve çok daha öncesinin (modal, lidyan modları gibi) melodilerini, ritimlerini kendi uzuvlarıymış gibi sahiplendi ve muazzam bir renk çümbüşü yarattı. Küba'nın ritimleriyle, İskandinavların hüznü-doğunun ağıtlarıyla, afrikanın tınıları yine bu mecrada buluşabildi. Bu sayede dönüp, neden caz dünyanın etnik müziğidir? diye sorarsak, cevap hemen bir kimliğe bürünür; çünkü cazın ruhunda dünyanın tüm renklerinin, müziklerinin, icralarının bir parcası vardır.

  Bu makale, cazın renk paletinde gittikçe daha iyi bir görünüm kazanan İsrail tonları üzerine, bu tonların sevinçleri veya ağıtlarıyla bir adamı esrikliklere iten tüm hissiyatları anlatma isteğiyle kaleme alındı. Ve tüm bu yazım silsilesinin asıl sebebi ise aşağıda ki playerda yer almaktadır;


 Tal Gamlieli Live at the Lily Pad (featuring Avishai Cohen) - "Dania"

  Bir kaç hafta önce youtube ve google aracılığıyla, cazda farklı-yeni tavırlar bulmak için yine internette geziniyordum. Vakitlerden bir vakit bassist Tal Gamlieli'nin trompetçi Avishai Cohen, piyanist Kevin Harris ve davulcu Jorge Perez'in Lily Pad denen bir mekanda ki 'Dania' isimli icralarına denk geldim. Zaten her biri enstrümanında yetkin olan bu müzisyenlerin arasında özellikle Tal'ın bass çalışı tüm icrayı başka bir yola, bambaşka lezzetlere sürüklüyordu. Belki henüz cazda double bass'ın yerine ve enstrümanın icraları/dönemleri arasında karşılaştırma yapabilecek yetkinliğe sahip değilim ama kesinlikle Tal'ın elinde bass'da bambaşka tınılar var oluyordu. Tal notalar arasında gezindikçe, beni alıp götüren tınılar fiziksel varlığımdan çok uzaklara değil, bilakis çocukluğumun büyüdüğü seslere, coğrafyalara vardırıyordu. İcrayı doyasıya bilmem kaçıncı defa dinledikten sonra, Tal'ın sesini var eden, perdenin arkasında ki hikayeye erişmek maksatıyla kendisinin web sitesi ve bir çok müzik yorumlarına ulaştım. İsrail'de doğup büyümüş olan sanatçının icrası, her ne kadar bambaşka bir kıtada, cazda varolsa da, referanslarını soluklarının kaynağından; orta doğudan, kuzey afrikadan, kürt bölgesinden alıyordu. Adım adım arşınladığı bu coğrafyaların tüm seslerini, dünyanın etnik müziği atfında bulunulan cazda sentezleyip, biz fanilere sunuyordu.

  Tal'ın müzikal yaşamında ki ayrıntılar, beni hızla diğer örneklerin peşi sıra götürdü ve bu kısa maceranın sonunda, caz müziğinde yaşı henüz genç ama özü binlerce yıllık bir ekolün varlığıyla tanıştım.

II- Şalom Caz!
1960-70'lerde ABD'nin ve hatta dünyanın en iyi müzik/caz okulu kabul edilen Berklee Kolejinde, aralarında Cohen kardeşlerinde bulunduğu (Yuval, Anat, Avishai) bir kaç İsrailli öğrenci eğitim görüyor ve bu süreç yıllar yılı savaşlar, kan ve gözyaşının coğrafyası olmuş ortadoğuda, bir kenti, ardından ülkeyi ve sonunda neredeyse tüm coğrafyayı caz müziğiyle, caz müziği de o coğrafyayla tanıştırıyor. İsrailli öğrencilerin bir çoğu eğitimlerinin ardından tekrar memleketlerine dönüp, müziklerinde ki yeni sesleri düzenli eğitimler halinde, yeni jenerasyona iletiyor ve yaşanan bu müzikal süreç, artık başlı başına bir mevzu olacak Caz'da İsrail etkisini yaratıyor.

  İlk defa 1960'larda Berklee'de caz üzerine icralarda bulunan piyanist Yoran Gershovsky ve '85li yıllarda New York'a dadanan, orada Barry Harris's Jazz Cultural Theatre'da eğitim gören gitarist Roni Ben-Hur, caz-israil eşleşmeleri ve ardında ki sonuçların ilk adımını atan, tüm bu alışverişi başlatan iki sanatçı varsayılıyor. Aynı zamanda Amerika'ya ilk göç edenler olmakla birlikte, tekrar ülkelerine dönüp, yeni müzisyenleri var etmek için çalışmalarda bulunan ilk kişiliklerde onlardır. "Bir çok İsrailli abd'ye gelip, Berklee'de eğitim gördü. Burada ki müziğin karakteri İsrail ruhuyla konuşuyordu. Bu yeni müzik yeterince ritimseldi ve bu da icrada bir çok özgürlüğün yolunu açıyor." diyor Roni Ben-Hur.

  Tüm bu edinimler ve geri dönüşler 1990'larda, caz müziği icracıları ve dinleyicilerinin kapsamlı destekleriyle İsrail'de kaliteli müzik eğitimi verebilecek bir oluşumun kurulmasını sağlıyor hızlıca. Ve hemen arından bugün adından sıklıkla söz ettiren Thelma Yellin High School of Arts kuruluyor. Cazı ana rahminde öğrenen ve ardından müziğin standartlarını, kendi ülkelerinde ki eğitim kurumları aracılığıyla, rahimden kilometrelerce uzakta ama tamamen aynı nitelikte fakat belki daha sade, belki daha ağdalı bir halde icra eden/ettiren tüm bu kişiler sayesinde bugün caz müziği üzerine yetkin bir sanatçı veya akademisyen bulmak için bakacağımız ilk adreslerden biri oldu İsrail.

  Elbette 'caz ve İsrail' gibi bir başlığın var oluşunun ana etkenleri yine İsrailli, inatçı, meraklı müzisyenler topluluğu olabilir ama bu durumun yine asıl sebeplerinden biri veya en büyük destekçisi caz müziğin kendisidir. Makalenin girişinde anlatılan 'erime potası' olma durumu cazı dünyayla, dünyanın cazla çok kolay ama çok kaliteli buluşmalar yapmasını sağlıyor.

  Cazın kendi karakterinde, yeniye olan muazzam bir açlık mevcuttur. Her ne kadar 1950-60'lara kadar cazda hep belirli tavırlar gözükse de (ragtime, swing, bebop gibi) aynı yıllarda Ornette Coleman, Don Cherry gibi bazı müzisyenler, cazda yepyeni ve sınırları tamamen ortadan kaldıracak bir akımı başlatır. Mevzu akım olan Free Caz, icracının enstrümanı ile olan ilişkisinden, melodilerin referanslarında yeni ve farklı noktaların ortaya çıkmasına kadar, müziği ilgili olduğu bir çok alanda farklılaştırdı. Artık bu yeni müzikte dinleyiciyi melodik, birbirine bağlı ve belki mantıksal/matematiksel bir icradan alıp, icranın tamamen kendi duygularını yansıtmasını sağlayan yeni bir kulvara götürdü ve enstrümanda ki yetkinlik sayılan 'spor yapmak' gibi bir bakış açısını da dinleyicinin lügatından çıkardı. Spordan kastım, enstrümanı maksimum hızda çalmanın, yetkinliğin veya yeteneğin özüymüş gibi görme eğilimidir. Elbette mevzu hız, müzisyen ve sazı arasında ki ilişkiyi açıklayabilecek bir durumdur ama tek durum değildir. Aynı zamanda bu dönemde müzikal (enstrüman tekniklerinin gelişmesi veya yeni standartların yaratılması gibi) ve toplumsal (toplumun yaşayışının teknoloji eliyle evrimleşmesi) tecrübelerin gelişmesi sayesinde '50 ve '60lardan sonra kökensel geri dönüşlerde başladı. (bkz: Geri dönüş veyahut 'Beyond the Wall'; Kenny Garrett @Uzak KültürAyrıca teknolojinin toplumsal yaşamda iletişimi, bilgi alışverişini daha da hızlandırması sayesinde insanlar tüm yetkinlik ve duygularını yeni mecralarda hayata geçirme şansı elde etti. Tüm bu değişimler, yenilikler şekillenerek bugün genel konseptte modern caz diye tabir edilen ama alt dallarında fusion caz, nu caz, elektro caz, saykodelik caz gibi gibi bir çok akımı var etti. Günümüzde bir yandan caz-blues üzerine buluşmaların kaydedildiği albümlerin daha sık görünmesi gibi, iskandinav-asya-akdeniz-arap tınıları üzerine şekillenmiş bir çok caz albümüne ulaşabiliyoruz. Aynı zamanda bu etnik öğelerin buluşması gibi, bir yöreye veya topluluğa ait bir çok enstrüman cazda yer alıyor ve gerçekten müziğin karakterinde yepyeni renklerin oluşmasını sağlıyor.

  Zamanla böylesine evrilen caz; sonunda bu makalenin konusu olan, şuan üzerine belki ancak bir kaç kelam edilebilecek olan ama önümüzde ki yıllarda puntoları daha kabarık bir alt başlık haline gelecek 'Caz ve İsrail' mevzusunu yarattı.

III- "Hanımefendi, müzik olan yerde kötü bir şey olmaz" dedi Sancho Panza;
 Sayfa: 662, La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote II, M. Cervantes Saavedra, YKY 

  İsrail cazında bahsedilecekken, kesinlikle değinilmesi gereken bir konu daha vardır. Yazının önce ki bölümünde İsrail cazının yaratımında yer alan ikinci (ana) öğe olan cazın kendisinden bahsettim. Cazın İsrail'de, ülkenin dört bir yanında gelişmesine çok emek vermiş ve bu emeklerinin karşılığını sadece İsrail topraklarında değil, aynı zamanda çevre ülkelerde müziğin yepyeni sıçrayışlar yapmasını sağlayarak almış bir kaç Amerikalı caz sanatçısı/eğitmeni vardır. Özellikle bahsedilmesi gereken mühim iki isimden ilki; İsrail cazını dünya sahnesine çıkarma da çok büyük emekleri geçmiş olan ve kariyerinde Wynton Marsalis ile Jazz at Lincoln Center Orkestrasında çalışmaları olan tenor saksafoncu Walter Blanding'dir. Blanding 1995'te bir İsrailli ile evlenerek buralara göçüyor ve bu evliliğin en önemli çocuğu, Blanding'in orta doğuda caz üzerine verdiği emeklerin sonucu var olan bir çok eğitim ve kaliteli konserler dizisi oluyor. Bu eğitimler ve konserler aracılığıyla ufukları açılan bir çok sanatçı, daha sonra Amerika'ya geldiklerinde, kendi müziklerinin yaratımı ve yayılması konusunda bir çok kolaylığa erişiyor. Blanding'den başka İsrail cazında emeği geçmiş ve emeklerinin karşılığında müzik kadar önemli olan 'barışın' varoluşunu -müziğin nefesiyle var olan bir barışın varoluşunu görmüş olan Arnie Lawrence'dır. Lawrence'da Blanding gibi bir İsrailli ile evlenip '97 yılında bu topraklara geliyor. Caz sahnesinde ki Orta Doğu tavrını yalnız başına yaratmayan İsrailin, süreçte ki en önemli lokomotivlerindendir Lawrence. Yine saksafon icracısı olan Amerikalı caz müzisyeni, daha önce New York'ta kurucusu olduğu New York New School'dan da edindiği/geliştirdiği eğitmen kimliği ile İsrail'de 'International Center for Creative Music in Jerusalem'in bünyesinde yer alıyor. Burada ki çalışmaları; savaş, nefret ve göz yaşının Orta Doğusunda, belki bir serap gibi görülen ama yüzde yüz gerçek bir barışı yaratıyor. Kurumda açtığı yeni alanlar sayesinde Arap ve Yahudi müzisyenler birlikte, politikanın çok ötelerinde ki bir dille muazzam icralarda bulunuyor. Babası gibi bir saksafoncu olan Erik'in onun hakkında söyledikleri; "inandığı şey, müzik eliyle bir barıştı ve bu inancını hep sürdürdü." Lawrence'ın bu coğrafyadan bize kazandırdığı en önemli artıyı anlatmaktadır. Jerusalem'de ki clubında, kapısını gelen tüm müzisyenlere açtı ve bu küçük sahneden, tüm dünyaya efsaneleşecek yeni müzikler ve müzisyenler çıktı.

  Caz ve İsrail hakkında anlatılmış veya anlatılacak olan daha bir çok ayrıntı vardır, elbette vakit geldikçe hikayenin eksik parçaları birer birer ortaya  çıkacak. Ve şu ana kadar, uzak kültürlerin bir başkasına dair tüm bu anlatılanların ve bu anlatışlara sebep hissiyatların en mühim temennisi de; her nasıl ki "danssız bir devrim olamaz." deyişi ise, müziksiz bir barış olamaz şiarıdır.

  Vesselam!


* (Cats)Anat Cohen'in New York'a gelişi ve bilimum hadiseden sonra İsrail'den bir kaç müzisyen ile tanışması üzerine temalı bio-röportajın da, aralarında bassist Avishia Cohen ile Omer Avital'ın olduğu müzisyenlere hitaben kullandığı tabirdir.

 + bilgi:

İsrail cazında var olmuş önemli bir kaç ayrıntı;


  • the West Village club Smalls: 
  Bindokuzyüzdoksanlarda, Amerika'ya gelen İsrailli sanatçıların, Berklee koleji veya başka alternatif eğitim kurumlarının dışında; özellikle müziklerini icra edip, paylaşabilecekleri ve aldıkları eğitimlerin meyvalarını tadabilecekleri bir mekan henüz yoktu. Fakat bu dönemde aralarında bassist Avishia Cohen, Omer Avital ve Avi Lehovich'in de bulunduğu bir grup sanatçı, New York'ta "Smalls" adlı bir caz kulübü açtı. Daha sonra burada yapılan ve bir çok ulustan önemli enstrümantalistin yer aldığı (brad mhldau, brian blade gibi) performanslar, Smalls Club'ı cazda yetişen yeni kuşağın ve müziğinin sahnelenebildiği önemli bir mekan haline getirdi. 

  • Anzic Records:  

  Yine İsrail cazının, dünyaya açılmasını sağlayan önemli kurumlardan biridir Anzic Records. "Asıl amacı sadece İsrail cazını değil, iyi müziği yayınlamak" olduğunu söyleyen Anzic Records genel müdürü ve ayrıca Thelma Yellin High School for Arts kurumunda yer alan Oded Lev-Ari, yaptıları çalışmalarla bir çok İsrailli müzisyene maddi ve manevi yardımlarda bulunmuştur. Eğer İsrail cazına dair başucu kayıtlarına ulaşmak istiyorsanız, şirketin yayınlarını gözden geçirmenizi tavsiye ederim.

 + kaynak:

  Makalenin yazımında Wiki-en, ekşisözlük, allmusic.com, allaboutjazz.com ve en önemlisi google.com defalarca referans olmuştur. Ayrıca yazıma ana yönleri ve asıl inceleme alanlarını sunan kaynak; mayıs, ikibinsekizde, Andrew Gilbert tarafından yazılan jazztimes.com'da ki 'the İsrail Jazz Wave..' adlı başlıktır.

 + dipnot:

  Makaleye ilişik keşfettiğim müzisyenler;

Avishai Cohen (bass), 3 Cohen -Anat (sax), Avishai (trompet), Yuval (sax),  Omer Avital (bass), Tal Gamlieli (bass), Roni Ben-Hur (gitar), Simon Shahenn (Arnie Lawrance'ın elinin değdiği sanatçılardan, Filistinli)

 ... ayrıca şu konserlere bir göz atın;

I-   Omer Avital Quintet - Modern Souls Of Ancient Men  @Youtube
II- Avishai Cohen - Nu Nu @Youtube

5 Ekim 2013 Cumartesi

+GEZi: -yorum veyahut işlemeyen bir mekana yaratıcı bir bahane.



 Toplumsal reflekslerin, hele ki Gezi gibi bir direnişin çerçevesinde oluşan kitlesellik haliyle, eğlence mekanlarında oluşan ve şehrin 'ortam' algısıyla bir araya gelen kitleselliği birbiriyle karıştırmamak/karşılaştırmamak gerek. Çünkü sebepleri ve sonuçları arasında dağlar kadar fark vardır. Lâkin bu hikayeye konu olan abimiz, bu iki olguyu karıştırmakla kalmamış hatta bununla da yetinmeyip suratımızda kocaman bir acı-gülümseme kondurmuştur. Şöyledir kelamı hikayemizin;

  Gri-kahverengi bulutların tepemize doluşmaya başladığı bir sonbahar günü. Yağmura yakalanmamak için etüte son verip, enstrümanımı toparlamaya başlamıştım. Tam atölyeden çıkmak üzereyken aradı ev arkadaşım, "abi bende eve gidecem ama öncesinde şu mekana bir gitsek birlikte. Daha dün gördüm eleman arıyoruz ilanını." dedi ve bir kaç dakika içinde buluşup, hikayenin esas oğlanı olan abimizin Kaleiçinde* ki mekanına doğru yola koyulduk. Kente gelmiş olanlar bilir, Kaleiçi güneyin nemli kenti Antalyamızın eğlence merkezidir. Gece hayatı bu eski kent sınırları içinde ki barlarda, su gibi akan alkolün eşliğinde ve sık sık dişinin yörüngesinde yaşanır durur. İşte abimiz bu bölgede ki mütevazı, kaliteli sayılabilecek müzik anlayışının var olduğu bu mekanın sahibi. Arkadaşımla mekana varıp oturduktan sonra süre gelen muhabbet, günlerce aklımı meşgul edecek ve ardından blogta sizlerle buluşmak için ete kemiğe veyahut kaleme deftere bürünecek.

  İş başvurusu ya, resmiyetin hiç olmadığı bar anlayışında bile arkadaşımın mevzuya ilişik traşını olmuş, görüşmeye tam takır gelmesine neden olmuştu. Hali hazırda yoğun bir iş temposunun olmayacağı gün gibi ortada olan bu mekanda işi kapmak için heyecanla konuyu açtı abimize ve usul usul sordu; "abi eleman arıyormuşsun?"

  İlk defa tanışyırodum ben kendisiyle, blues sever biri olarak saksafon çaldığımı öğrenince pekte mutlu oldu ama ne yazık ki henüz muhabbetin girişinde ki bu artı bile arkadaşımın başvurusunun olumlanmasına yardımcı olamayacaktı. Her ne kadar biz -ve ehemmiyetle ve pür dikkat ile özelinde arkadaşım- başvurunun neticesini, muhabbetin başlamasına takriben bir-birbuçuk saat sonra öğrenmiş olsakta, siz fazla bekletmeyeyim, maalesef alınmadı işe.

  Çünkü, çünkü abimiz ilanı yapıştırdıktan onbeş gün sonra ilk defa birisi başvurmaya gelmişti ama o zaten iki gün önce eleman almaktan vazgeçmişti. Ehh, aslında işleri de zaten pekte iyi değildi. İşler zaten kesatken, elemana para vermenin bir anlamı yoktu. Hem abimiz 'burası kalitedir ve yüzdeyüz legal' şiarıyla, eğer ki bir eleman alacak olsa, ona sigorta felan yapmak zorundaydı. Yani masrafta masraf. Bundan ötürü vazgeçmişti eleman almaktan ama iki gündür unutuyordu ilanı camdan indirmeyi. Bu arada daha demin demişti ya "işler kesat ama aslında eskiden burası çok iyidi -ha bak oğlum, sen ilk defa geldin buraya. belki senin için ilk ama bilgin olsun onsekiz yıldır buradayız
 bende, mekanda.- haa ne diyordum! tabi zamanla işler düştü. vaktinde bir günde tüm kaleiçinin yapamadığı işi yapardım ama son zamanlarda düştü işler. hem kaleiçi de değişti. burası küçük, kendi halinde bir mekan. ondan kimse gelmiyor artık."
 diyip, bol bol işler düştü tekrarından ibaret kelamıyla, en sonunda duyuracağı "işe alamıyorum seni" cümlesine alt yapı hazırlıyordu. Bu arada muhabbette işler kötü olsada, başvurunun sonucunu henüz bilmeyen arkadaşımda konuşmaya karar vermişti. Öyle ya, müstakbel patronu onaylamak iyidir. Ayrıca bu şekilde başvurunun sonucu artı olabilirdi. (ama ne yazık ki arkadaşımın bu atağı da işe yaramamıştı.) Böylece arkadaşım da muhabbete dahil olmuş ve "evet, öyle abi. işler kötü. birçok yerde de durum aynı aslında. kaleiçine sermaye girdi, şimdi herkes t. bara gidiyor veya f. bara. bir kere t. bar açıldı ve bastı parayı piyasada ki gruplara. şimdi gruplar şu fiyattan aşağı çalmam diyip duruyor. eee mekanlarında gücü yok ki versin parayı, getirsin grubu. haliyle müzik olmuyor, işte olmuyor, para da..." diyip abimize fikren destek vermiş oluyordu. Ama tüm muhabbet pür dikkat dinlemeye koyulan bendeniz, kıvrak zekamla bu muhabbetin gidişatının hayırlı bir sonuca varmayacağını anlamıştım.

  Muhabbet böyle eski-yeni, aslında-aslında olmayan cümleler dahilinde yol alırken, abimiz sonra ki üç-dört gün boyunca bana "oha!" dedirtecek bir 'iş düştü' örneği verdi. Gezi direnişinin başlamasından yaklaşık yüzyirmibir gün sonra anlatılan ve Gezi'ye istinaden verilen bu örnek, yaratıcılığın gerçek manada 'gezi' haliydi. Gezi ve mekan sözcükleri şöyle bir açıklama ile bir tümce oluşturuyor ve girişte bahsettiğim mevzu karıştırmasına hâl oluyordu. "eee olum gezi'de etkiledi işlerin kötü olmasını! ne oldu? bizim çocuklar direniş boyunca -parkta, meydanda, sağda solda hep birlikte zaman geçirmeyi, üzülmeyi, sevinmeyi öğrendi. ne yapacak bundan sonra da hep birlikte olmak, birlikte takılmak istiyorlar. eee!? baksana şuraya, benim mekan g*t kadar. alamaz ki hepsini birlikte, haliyle ayrı gayrıda takılmak istemiyorlar. ehh işte ondan kimse gelmiyor buraya, bundan da işler düştü." 

  Böylece gezi direnişinin hayatımızda ki yeri hakkında verilmiş en yaratıcı örneklemelerden biri ile tanışmış oldum. Ha tabi dikkat etmek lazım! Abimiz direnişi de, direnişcileri de sahipleniyor (bkz: "bizim çocuklar" diyip örneğe girişmesi) Ama esnaf olarakta bu kitlesel refleks pekte hayrına olmamış. Fakat -her ne kadar tutarlı olmasa da- direniş hâlini işini kötü etkilemesini diğer esnaflar gibi ağzı küfürlü de anlatmıyor. Zira özellikle badem bıyıklara badem yağı satan esnaf güruhu, direnişi sadece vandalizm ile ilişkilendirip, ellerinden geldiğince direnişi kötülemişlerdi. Ki aynı zamanda direnişe de, direnişciye de bol bol küfürler yağdırarak. Amma işte bu mütevazi mekanın sahibi, mekan kadar mütevazi abimiz böyle yapmıyor ve muhabbet sonunda suratımda koca bir acı-gülümseme yaratıyordu.

  Evet hikaye böyle işte ve tabi muhabbet bittikten bir-birbuçuk saat sonra arkadaşıma artık 'işler kötü' deyişiyle işe alamayacığını bildirdi. Ehh hem daha dün bara asmak için 'selfservis' yazan bir tabela sipariş etmişti. Böylece arkadaşım hayal kırıklığı ve ben aklımda yazılmaya meyilli bir muhabbetin tümceleriyle; yakalanmamak için atölyeden, müzikten erken ayrıldığım yağmurun altında ağır ağır eve yol aldık. Neyse ki ikimizin de karnı açtı ve vardığımızda eve güzel bir yemek yaptık ve bu yağmurlu ikindi sonrası bir kaç saatliğine de olsa unuttuk tüm üzüntülerimizi.




//////
belki ölünceye kadar, hep birlikte;
 bu daha başlangıç, mücadeleye devam...
vesselam!


+dipnot:

1 Ekim 2013 Salı

+SiNEMA: Criterion*

  Belki de beni en çok yoran, kafamı karıştıran olaylardan biri de film seçimidir. Her nedense izleyeceğim film konusun da süper takıntılı, kılı kırk yaran bir herif olmakta üzerime yoktur. Burada ki sorunun temeli "her filmi izleyememe" gibi bir tavırdır. Son dört-beş yılda özellikle bu durumu yaşadığım için bu süre zarfında film seçimleri üzerine kendimce belirli kriterler oluşturmaya başladım. Muhtemelen bu kriterlerin en başında "hollywood tarzı sinema" oldu. Hollywood tarzı sinema etiketi altına soktuğum filmler ise temel kaygısı sinema yerine para olan filmler oluyor ve şanslıyız ki bu alanın dışında yaratılmış binlerce ve binlerce filmin varlığı söz konusu. Bu noktadan sonra yapmam gereken ön bilgiler ile filmler bulmak.

  Yıllar yılı izlemeye değer dediğim filmleri bulmak adına farklı metotlar izledim; sinemadan-filmden anlayan kişilerin önerileri, sinema siteleri-dergileri kriterleri gibi farklı farklı yollar. Bu bağlamda bana gerçekten referans olmuş bir kaç oluşum mevcut ve amacım bu oluşumlar hakkında biraz küçük bilgileri sizinle paylaşıp, sizin de yararlanabileceğiniz kaynaklar oluşturmak.

  Son iki yıldır gözle görülür şekilde sinema sanatına dokunan eserler üzerine yoğunlaşmış durumdayım ve bu sanatsal filmleri bulmak, incelemek ve en önemlisi izlemek için takip ettiğim, yorumlarını ve kriterlerine başvurduğum bir kaç oluşum;
 
 
  


1- The Criterion Collection:

  The Criteron Collection önereceğim oluşumların arasında ki tek ticari işletmedir. Sinema endüstrisinin takip edilesi, vazgeçilmezi olan bir şirket. Nasıl ki müzik dünyasında sanatsalı arayan ve yayınlayan bir ECM Records varsa, sinema alanında da bu kaygıyla haraket eden ve bunun ticaretini yapan bir şirkettir The Criterion Collection. Şirketin isminde de anlaşılacağı üzerine yaptıkları iş klasikleri ve çağdaş sinema eserlerini toplayıp, bu filmleri yüksek teknoloji ile koleksiyonlarına katmak. Kendi kriterlerini şöyle açıklıyorlar; "Koleksiyonumuzun temelini Renoir, Godard, Kurosawa, Cocteau, Fellini, Bergman, Tarkovsky, Hitchcock, Fuller, Lean, Kubrick, Lang, Sturges, Dreyer, Eisenstein, Ozu, Sirk, Buñuel, Powell ve Pressburger gibi ustaların çalışmaları oluşturuyor."  bkz. Şu ana kadar tecrübe ettiğim ve The Criteron Collection şirketi tarafınca yayınlanmış hiç bir kötü film göremedim ama yine de ekşide bu konu üzerine yapılmış yorumlarda bazı gereksiz filmlerin veya yönetmenlerin varlıklarından bahsediliyor. bkz.

  Bu şirketi size örnek vererek, gidin dvdlerini felan satın alın demiyorum zira öğrendiğim kadarıyla verdikleri emeklere paralel olarak, yayınladıkları eserlerin fiyatları da biraz tuzlu olabiliyor. Filmlere ulaşmak için, koleksiyonun listesini referans alıp bir çok filmi paylaşım sitelerinden veya torrentlerden indirebilirsiniz. Şirketin sitesinde; üst menüden ki "FILM" linkinden ulaşılan sayfa da "All Criterion Films" kategorisini göreceksiniz ve bu bağlantı üzerinden açılan sayfada şirketin yayınladıkları filmlerin listesine ulaşabileceksiniz ama bu sayfanın güzel yanlarından biri de sol menüde filmlerin kategorize edilmiş filtreleme olayı. Bu filtremele sayesinde avrupa sineması, bindokuzyüzdoksanlı yapımlar veya Tarkovsky filmleri gibi ve benzeri sonuçlara ulaşabiliyor ve ne izlemek istiyorsanız daha rahat buluyorsunuz aradığınızı. İlgili sayfaya ulaşmanız konusunda sizi balığın nasıl tutulduğunu gösterdim ama yine de direk balığı yemek istiyorsanız ise lütfen bkz. 

  Ayrıca sağduyulu bir bilgi vermek amacıyla; sonuçta bu filmler oluşturulurken nice insanın emeği ve vakti verilmiş ve bundan ötürü emeğe saygı ruhaniyeti bağlamında, alabiliyorsanız bu filmleri satın alın.




eksisinema.com

2- Ekşi Sinema:

   imdb'ye alternatif hazırlamış oldukları Top 250 ile kıyıda köşede kalmış ama kesinlikle sinema mecrasının mühim çalışmalarından olan bir çok filmi bir araya getirmişler. Site sinema ile ilişik bir çok alanda çok güzel toplamalar yapmış; özellikle ülke genelinde ki festivallere dair günlükler, ustaca yazılmış film kritikleri. 'Ne izlesem?' sorusunda istinaden başvurulabilecek güzel kaynaklardan biridir.
  



filmonerisi.blogspot.com

3- filmönerisiblog:

  Kişisel bir sine-blog oluşumu. Herif yememiş içmemiş fransız yeni dalgasından, sinemayı sinema yapan ustalara, yapıtları üzerine çok kaliteli tanıtımlarda bulunmuş. Kişisel blogların en büyük handikaplarından biri de belirli bir süre sonra yazarı tarafından gündelik dertler veya diğer bir çok mevzudan ötürü hayatta kalamasıdır. Çok şükür filmönerisiblog ikinci yaşını bitirdi ama mümkünse bugün var, yarın yokmuş gibi davranıp adamın o kadar emek verip bahsettiği ama kesinlikle bizlere muazzam artıları olacak yapıtları inceleyin, görün, izleyin. Bugün ne izlesem sorusuna birebir ilaçtır, candır, güzeldir.

  Selam olsun yazara!

+ sinemaya sık sık sanatsal-felsefe bir tavırla göz kırpıyor!



sinegoz.com

4- Sine-Göz:

  Streaming movie olayının ülkemizde ki başlangıçlarından biridir. Daha sonrasında virüs gibi yayılan online film sitelerinin asla ama asla ulaşamayacağı bir zirvede duran; başuçu filmlerin, kült filmlerin, ülke ülke kategorize edilmiş dünya sinemasının, arasanız torrentini bile zor bulacağınız yapıtların evidir. Şuana kadar ki önerilen sitelerin hepsi film isimleri bulmanıza yarıyordu ancak -ki daha sonra indirin veya satın alın diye ama sine-göz'ün en büyük artılarından biri, tüm bu sinema klasiklerine yine site üzerinden izleyebiliyor olmanız.

  +rica: online dünyamızın en büyük varsıllarından biridir, mümkünse bağış yapın!

Şöylede bir manifestosu vardır;

  1. Drama halkın afyonudur.
  2. Kahrolsun beyaz perdenin ölümsüz kralları ve kraliçeleri! Yaşasın sıradan günlük işlerin başında kaydedilmiş ölümlü insanlar.
  3. Kahrolsun burjuva senaryoları!
  4. Drama kapitalistlerin elinde ölümcül bir silahtır. Biz bu silahla devrimci günlük yaşamımızı sergileyerek bu silahı düşmanımızın elinden alacağız.
  5. Modern drama da eski dünyanın bir artığı, devrimci gerçeğimizi gerici şekillere sokma çabasıdır.
  6. Kahrolsun günlük yaşamımızın tiyatroda sahnelenmesi. Bizi olduğumuz yerde yakalayıp çekin!
  7. Senaryo üzerinde uydurulmuş bir masaldır. Biz kendi yaşamımızı yaşarken üzerimize biçilen görüntülere boyun eğmeyeceğiz!
  8. Herkes kendi işini yapsın, başkasının işini engellemesin! Sinemacının işi bizi, engellemeyecek bir şekilde çekmektir.
  9. Yaşasın proletaryanın devrimci Sine-Gözü!




izlebizle


5-  Izle Bizle:

  Sine-göz'den pek artakalır yanı olmayan, yine çok iyi filmleri bünyesine toplamış online sinema sitesidir.
ekşiden ecco homoreous'un tasviri tam yerindedir;
bergman'lar, tarkovski'ler, angelopoulos'lar, kurosawa'lar, renoir'ler, lynch'ler, kubrick'ler, haneke'ler, godard'lar, fellini'ler, sokurov'lar... ne istersen var bu sitede... sinema tarihinin birçok başyapıtı, sanatsal sinemanın mihenk noktaları... hepsini izleyebileceğiniz harika bir site burası... admin'i esko harika bir iş çıkarıyor.
#32205543 


+ not: 

  Burada ki örneklerin -yada en azından benim temel beşlim- dışında başvurabileceğiniz diğer kaynaklar;


  • imdb: illa ki duymuşsunuzdur, dünyanın sinema katalogu.
  • insansanat: yine kişisel bir sine-blog. iki kardeşin ortak projesi. -family business!
  • tersninja: alternatif sinema sitesi diyorlar kendilerine, ki iyiler. takip edilesidir.
  • unutulmazfilmler[dot]com: dizi dünyası için dizi-mag ne ise, sinema dünyası için bu sitede odur. afili, popülerite temelli, site dizaynında bol reklamlı ama yine de varlığı bir çok defa işime yaramış bir sitedir.

  Ayrıca yeryüzünün iyi yapıtlarına ulaşmak için bakılacak mühim adreslerden bir-kaçı da FESTİVALLERdir; Sundance, !f istanbul, iksv filmekimi, altın portakal, cannes gibi gibi gibi....




* cri-te-ri-on:

  1. kriter  isim
  2. kıstas
  3. kriteryum
  4. ölçüt
  5. ayırıcı özellik
  6. tenkitçinin kullandığı ölçü
  7. cri.te.ri.a (kraytîr'iyı)  çoğul
  8. öIçüt
  9. denektaşı mihenk

29 Eylül 2013 Pazar

+MüZiK: Sessiz film gibi; 'The Cinematic Orchestra'

  Galiba son iki gündür sadece The Cinematic Orchestra dinliyorum, aslında grubun 'Live in Sydney' adında, MoshCam tarafından youtube'a yüklenmiş full konserlerini. Hali hazırda mp3playerımda veyahut mevcut ses düzeneklerimde gayet uçuşlara geçmiş hallerde dinlediğim grubu, bide canlı performans ve seçili parçalar eşliğinde dinlemek muazzam bir zevk çümbüşü yaşattı.

  Bu arada saksafon çaldığım için midir bilmem ama özellikle grubun -konserde bol bol tenor ve soprano- saksafon çalan elemanı Tom Chant ile ilgilenmek durumunda kaldım ama kesinlikle değdi. Herif hakkında net üzerinden bir kaç eleştri buldum ve kesinlikle çok başaralı addediliyor. (yani aslında bende ne dinleyeceğimi biliyormuşum!) Aynı zamanda herifin kendi web sitesinde yaptığım gezinti sonunda, 'linkler' vari bir kısımda ailesine ait siteleri buldum. Babası ingiltere komünist partisi üyesi -ayrıca ingiltere'de önemli bir siyasetçi, annesi ressam, ablası bir nevi tasarımcı, karısı veya sevgilisi de bir parça müzisyen olan bu adam, halihazırda zaten sanat ve ilişiği olan birçok alanla içli dişli. Valla imrendim herife de, dünya yüzeyine yayılmış ailesine de.

  Neyse ne diyorduk, The Cinematic Orchestra; yeri geldiğinde trans, yeri geldiğinde saykodelik, bol bol elektronik ve bünyesinde "abi bu ne biçim ses" dedirtecek bir hatunu besleyen bir grup. Buyrun, cazın ingiliz hali burada:

 


+dipnot: izleyemedim ama bulduğum eleştriler dahilinde; grup 1929, Dziga Vertov yapımı 'Man with a Movie Camera' isimli sessiz filme müzik yapmışlar ve tüm eleştriler çok olumlu olmuş. Ben henüz bulamadım ama umarım siz bulursunuz. 

+++: Konserin sadece iki icrası burada mevcut ama youtube'da yaklaşık 12 video var, izleyin.


27 Eylül 2013 Cuma

+WEB: Mülksüzleştirme Ağları

  Marx'ın meşhur özdeyişinin* ne kadar haklı olduğunu tekrar tekrar, üstüne durmadan basarak hatırlatmaktan geri kalmayan hükümet-imizin, son onyıllık süreçte yapmış olduğu yatırımınların küçük bir izdüşümü.

* Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser.







 # mülksüzleştirme ağları  - http://mulksuzlestirme.org

  Kentsel dönüşümün sermaye-iktidar ilişkileri üzerine kolektif veri derleme, haritalama ve yayınlama çalışması.

Mülksüzleştirme Projeleri

'Kentsel dönüşüm' projelerini yapan şirketlerin diğer yatırımları neler? Bu süreçte devlet kurumları ve özel şirketler arasında halkı mülksüzleştiren ne gibi ortaklıkları kuruluyor? Halkın cebinden çıkan vergilerle toplanan kapital, kamusal mülkün yeniden inşası/işletmesi üzerinden hangi sermaye gruplarına aktarılıyor? 3. Havalimanı, 3. Köprü ve Ilısu Barajı (Hasankeyf) gibi mega projelerin yarattığı ekolojik, ekonomik ve sosyal yıkım hangi medya organları üzerinden sansürlenerek toplumsal hafızadan silinmeye çalışılıyor?


Mülksüzleştirme projelerini gerçekleştiren özel şirketlerin (altyapı, inşaat, mimarlık, enerji, emlak, turizm, kültür endüstrisi) yöneticileri başka hangi kurumların yönetiminde? Kamu eliyle dağıtılan mega projelerin yüklenicileri arasında ne gibi bağlantılar bulunuyor?


Bu haritanın hareket noktası, Hazine tarafından el konulan ve 2011’de esas sahibi Galata Rum İlkokulu Vakfı’na iade edilen Galata Rum Okulu binasıdır. Amacımız, gayrimüslim vakıfların Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren devlet politikaları neticesinde yaşadıkları mülksüzleştirmenin görsel olarak anlaşılabilmesidir.

21 Eylül 2013 Cumartesi

+GEZi: CapulCaz!

TC Başbakanı Reccep Tayyipp Errrdoğan; 
"çıkmış bir avuç Çapulcu veyahut Cazcı, yani aslında ikisinin karışımı bişey.. Anlayin işte CapulCazcı!... amma unutmasınlar, biz bu memleketi onlara bırakmayız...!"
demiş ve Büyük Türkçe Sözlüğe yeni bir ifade yerleşmiş; CapulCaz-cı...


///

velhasli kelam, cazda direniyor:

Gezi Parkı`na müziğin evrensel diliyle destek veren müzisyenler yer aldıkları çalışmada şiddetten beslenen korku ortamına inat adil, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam için ses veriyorlar. Soprano saksofonda Tamer Temel, piyanoda Selen Gülün, elektrik basta Demirhan Baylan, davulda Cengiz Baysal, perküsyonda Amy Salsgiver ve vokalde Çağıl Kaya`nın yer aldığı "Korkmuyoruz" bestesinde kullanılan `tava` ve shaker`lar ile direnişinin enstrümanlarına da göndermede bulunuyor.


via: cazkolik




Şöyle de bir manifestoları var;
Biz müzisyeniz. Biz Korkunun Krallığı'nın sanatçılarıyız. Kendimizi ifade etmek bizim için yaşam sebebi. Şiddet ve baskıların olmadığı adaletli ve huzurlu bir ortamda yaşamanın, üretmenin, fikirlerimizi, duygularımızı paylaşmanın hayalini kuruyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü, kardeşçe, hep birlikte insanca bir yaşam arzuluyoruz. Sokaklar, meydanlar, parklar bizim yaşam alanımızdır. Kendimizi ayrıştırmıyoruz. Farklılıklar rengimizdir. Bu barışcıl birliktelik umudu karşısında baskıcı, kuralcı ve şiddet içeren her türlü müdahaleye karşı duruşumuz nettir. Korkmuyoruz yaşamaktan.

1 Eylül 2013 Pazar

+MüZiK: the royal 'Moriarty'..



  Kaç zamandır dinlediğim, muazzam zevk duyduğum ve sonunda blogta paylaşmak istediğim bir ailedir Moriarty'ler. Lakin tam, gruba ilişkin mevcut bilgilerime bir kaç parça daha bilgi eklemek isterken ekşi'den matatutu'nun moriarty'e dair anlatmak istediklerimi http://moriartyland.net sitesinden çevirip, çoktan anlatmış buldum ve bu duruma istinaden, ilgili metni kopyalayıp sizinle paylaşmak istedim. buyrun;

" moriarty kimdir?
ilk izlenim: profesyonel sahnelerin frekans bozucuları onlar. emin olunan tek şey 5 kişi oldukları: bir diva ve onun dört kardeşi. gilbert’i unutmadan! içi doldurulmuş bir hayvanın kafasına sahip ve gölgede kukla yöneten, bahsettiğimiz grubun gizli üyesi. hepsi, moriartyland adını verdikleri bir bölgede yaşıyorlar, yaratıyorlar ve tuhaflıklarını yetiştiriyorlar. nereden geldikleri umursanmıyor. oraya bir önceki yüzyılın sonunda geldiler ve sonra orada kaldılar. ingilizce şarkı söyledikleri düşünülürse, içlerinden bazılarınn amerikadan gelmiş oldukları varsayılabilir.
ve müzik?
tüm güzel hikayelerde olduğu gibi, moriarty’nin müziği de bir seri rastlantı ve kaza sonucu ortaya çıktı. fırtına sonrası yerle bir olmuş bir cabaret folk’undan firar ettiği düşünülen parçaları keşfettikçe şüphe ediliyor bundan biraz: başka bir zamandan çıkma bu divanın güçlü ve derin sesiyle dokunmuş, pürüzlerden oluşan beklenmedik bir çıplak akustik. bu müzik birbirine yakın varlıklarla dolu: amerikan ve irlanda folku, amerika’nın güneyinin kırsal blues’u, perili ve bir o kadar da tozlu bir country ve belki de kurt weill’a garip bir şekilde benzeyen bir alman sürgününün hortlağının ta kendisi. ve özellikle, hikayeler anlatıyor.
gerçek hikayeler mi?
belki evet. lily’ninki gibi mesela, 19 yaşında orduya katılan ve sivil yaşamının son gecesinde moriarty’e sırlarını söyleyen. bazen kurmacadan başka bir şey olmuyor... haberler, büyük buhran döneminde çekilmiş fotoğraflar ya da lewis carroll’un objektifine takılan kırılgan kahramanlar görünümünde yüzlerle karşılaşmamızı sağlayan kısa metraj filmler havasında şarkılar.
moriarty gerçekte neye benziyor?
sahnenin üstünde, orada, bir sürü düşünün. ya da gece bir ormanın, ışıltısı kaybolmuş bir otel ya da yıkık bir şatonun orta yerinde. diva ve dört erkek kardeşi eski bir yazı masasıyla bir paravanın arasına dikilmiş tek bir mikrofonun etrafında toplanmışlar. 
zamandışı bir zerafet ve bir anlamda bir protokol geliştiriyorlar ..halkı zamanın dışına sürüklemenin hikayesi, onlara gözlerini kapamaları şartıyla şaşkınlıkla rüya gördüren 
akustik çalgılar kullanıyorlar, hatta gitarlardan biri 1957 yılında joan baez’e ait olabilirmiş. çünkü, evet moriarty’nin böylesi bağlantıları da var. hatta dedikodular doğruysa müzisyenlerden bir tanesinin annesi bob dylan’a "girl from the north country"e esinlemiş. ve onlar yamru yumru bir valizin üstünde ritm tutuyorlar.... 
valizler mi?
evet moriarty’nin geri çevrilmiş/reddedilmiş eşyalara bir yakınlığı var. avlanma yerleriyse, isim babaları olan ve kanatları altına aldıkları bu çocukların onlardan çıngıraklar ve otel zillerinin içlerini doldurduğu meşhur valizler ve olivetti marka antika bir daktilo çaldığından asla şüphelenmeyen jérome deschamps ve macha makeïeff’ın kumpanyasının deposu. ödünç alma değil, bunlar rosemary’nin sadece ona ait olan sesinin karşılığı.
peki sonuçta kimdir moriarty?
jack kerouac romanından çıkma bir karakter (ya da conan doyle muydu?) ; ya da ismini yeni-meksika’da kayıp bir şehre miras bırakmış olan bir yabancı; bir bilmece; müzikal bir anakronizm? 
daha çok macha makeïeff’ın onlar hakkında ne öylediğine bir bakın.
savulun! o garip kabilenin, elektrikli, sevilen, beş yüzlü, suda yaşayan, önceki hayatların kederini taşıyan kraliçesi karşınızda. güzel kadın ve azgın rüya görenleri. yumuşak kendinden geçişleri.. takıntılı olanın dengelenmesi sizi hayran bırakıyor. yanlarında getirdikleri başka yerler yüzünden, başka yerlerden başka yerler. incelikle zonklayan, yırtılan bir şey. 
hanfendinin kötü mizacı hayran bırakıyor ve zerafetin sakladığı öfkeyi dile geritiriyor. ve ardından yüzlerinde, zarif taşkınlık, ve seslerinde hayaletin gülüşlerini anlatıyorlar. bu bulanıklık ve büyü sizi dengeye getiriyor ve birden tiz bir şey, bir bıçağın ucu.. sizde izini bırakıyor, onlarla bu yolculuk. akan bir kanın ılıklığı ve deride bıraktığı çatlak. rüyanın ederi bu. moriarty’nin şiddetli zerafeti."
moriarty : 
rosemary moriarty : vokal, tamburin, kaşık, piyano, trompet - scotch şişesi
arthur moriarty : akustik gitar, valiz davul, piyano
zim moriarty : kontrbas, akustik gitar, müzik kutusu, valiz davul
thomas moriarty : kromatik ve diyatonik harmonika, "kazoo", matkap/delgi, "jew's-harp"
charles moriarty : elektro gitar 
moriarty ayrıca şunlarla da çalıyor:
vincent talpaert moriarty: davuleric tafani dubeussay moriarty: davul "

+dipnot: 
*: görsel; wiki-en 
   ekşide moriarty

+++; bu defa müzik örneği yok, gidin kendiniz bulun..

11 Ağustos 2013 Pazar

+GEZi: Bellek


  Direnişin üzerine güzel bir bellek çalışması.


 Bağımsız bir fotoğrafçı olan Bora Tarhan ise, 28 dakikalık videosunun hem sanatsal hem de realist olarak sayılabilecek kurgusu ile olaylara kendi bakış açısını yansıtıyor. Tarhan,“Love Children of Turkey” (Türkiye’nin Sevgili Evlatları) adlı belgeseli oluştururken sokaklarda, caddelerde ve parklarda direnen insanların arasına karışmış.
Hatta kendisine “Gaz maskesini nereden aldın abi?”diye soran bir vatandaşa “İnternetten aldım, ama Karaköy’de filan da satılıyor” cevabını verdiği duyuluyor. Video bu bakımdan olayların kalbinden geliyor.
via: bianet 


2 Ağustos 2013 Cuma

+MüZiK: Geri dönüş... veyahut 'Beyond the Wall'; Kenny Garrett

  Modern çağın en büyük karmaşalarındandır dönüşler. Öyle ki ademoğulları binlerce yıl yeninin peşi sıra koşarken, atalarının o basit ama basitte ki sadeliğin ihtişamına sahip bilgeliğini unuturlar. Fakat modern çağ böyle işlememektedir; belki yüzyılların en hızlı koşusudur geleceğe, yeniye ama bir o kadar derin sarılmalardır eskiye, köklerine.

  'Beyond the Wall', tüm bu anlatılanların ve daha da anlatılacak olanların ilhamı, Kenny Garrett ve saz arkadaşlarının bir şaheseri, müziğin sadelikte ki ihtişamı. Köklere dönüşün melodik ve bir o kadar doğaç yolculuğudur.

  Son aylarda, çaltığım enstrümana referans olabilecek; kulağımı, parmaklarımı, nefesimi ama en önemlisi ruhumu açacak kayıtların izindeydim. 'Woodwind player' klasörümde, daha önce Jazz dergisinde (bkz: boyut store) hakkında bir kaç satır okuduğum ve aynı zamanda Miles'ın Human Nature parçasında ki doğaçlamalarıyla ilgimi çekmiş Kenny Garrett'ı buldum ve her nasıl olduysa 2006, Ağustos tarihli albümü Beyond the Wall'ı.




  Beyond the Wall, duruş itibari ile modal ve fusion caz öğelerini içinde barındıran, 1970ler Detroit'inin saksafoncusu ve bassisti arkadaşların elinden çıkmış, bir geri dönüş hikayesidir. Modal müziğin ilahlarından piyanist 'the King' McCoy Tyner'a ithaf edilmiş, Garret'ın nefesiyle modal caza yaptığı derin bir yolculuğun devamıdır. (bkz: Introducing Kenny Garrett) Albümü bu kadar kaliteli yapan ve enstrümanların her birinin bu kadar uyumlu durabilmesinin nedenlerinden en önemlisi de, albümde ki sanatçıların ortak geçmişlerinin ve ortak zevklerinin olmasıdır. (bkz: *) Garrett hemşerisi de sayılan Robert Hurts ile birlikte müziklerini, yine McCoy Tyner'dan etkilenmiş sanatçılardan Mulgrew Miller desteğiyle geçmişin makamlarına sadık ve yaratıcılığın, doğaçın en özgür olduğu alanlardan modal müziğin ekseninde yaratıp, biz fanilere mavi gezegenden ayrılırken 'iyi ki yaptım' dedirtecek dinlemelere sürüklüyor. Ayrıca albümde ki sanatçılardan, Wayne Shorter kayıtlarında dinlediğim Brian Blade ise, davulu ile albümde nice baladların varoluşuna mevzu oluyor.

  

  Modal müzik, bir nevi makam demektir. (bkz: Wiki -en) Caz müziğin, hatta daha doğrusu modern müziğin yaratılışından önce yüzlerce yıl var olmuş bir müzik standardıdır. Hele ki sanatçılara kendileriyle ve sazlarıyla yüzleşebildiği, doğaçın en müsait icra arenalarından biridir. Ve modal müzik tüm bu sahip olduklarıyla 'Beyond the Wall'ı dünya müziğinin en önemli eserlerinden biri yapıyor.

  Albümün açılışı, Garrett ve Sanders'in doğu makamlarına bezenmiş parçası 'Calling' ile başlıyor. (bkz: youtube) Ardından albüme fusion caz dedirtmeyi hak eden, doğu ve latin melodilerine sahip 'Qing Wen' ile devam ediyor. (bkz: youtube) Evet, albüm baştan sona bir ustalık eseri ama melodisi, rengi, resi, ruhuyla beni tümden esrikliğe iten parça 'Kiss to the Skies', saksafonun tüm o meziyetlerine karşın bile yetersiz kalabildiği anlarda; doğalın, insanın sesiyle beni irkilten ve tekrar bu halüsinasyonun, mavi renkte ki ütopyanın derinliklerine iten vokaller korosuyla benim albümde ki en beğendiğim parça olmuştur. (bkz: parçanın altıncı dakikalarından itibaren Garrett'in nefesiyle ve vokallerle birlikte parça gerçek manada bir izdüşümü hali yaşıyor.) 

                                                     6-Kiss to the Skies
 

Olurda, tüm bu kelamlara sebep olmuş, bu muazzam albümü dinlemek isterseniz, youtube ve bilimum internet olanaklarından yararlanın.

//////////////

*: Halihazırda bir hemşeri olgusu var ve aynı zamanda 70lerden itibaren müzikle yaşayan bu beyinler, sık sık aynı mekanlarda, aynı gruplarda birbirlerine denk gelmişler.


+info: 
           Beyond the Wall, Kenny Garrett - Jazz: Modal music, Modern creative, Post-bop
          
Track List: 
  • Calling, 9:37
  • Beyond the Wall, 7:33
  • Qing Wen, 9:46
  • Realization (Marching Towards the Light), 6:10
  • Tsunami Song, 4:47
  • Kiss to the Skies, 9:40
  • Now, 11:48
  • Gwoka, 9:14
  • May Peace Be Upon Them, 8:15

                       Modal caz, Fusion caz  


11 Haziran 2013 Salı

+KiTAP: Bize Toprak Verdiler, Juan Rulfo (1)



Juan rulfo'nun yazdıklarını okurken dikkat çekici birçok "şey"in içinden bir "şey" dikkatinizi çeker.

yazarın tasvirleri...
tasvirler, genellikle soluklanma noktalarıdır. yazar için de okur için de.juan rulfo'nun yazdıkları hiç öyle değil.
örneğin, yazar, bir yolu anlatırken bir "sahne" değildir anlattığı. o yoldan biri geçecek diye ya da o yolda az sonra bir "olay" olacak diye filan anlatmaz. o yolu anlatır. sadece o yolu. biz de böylece, bir yolu anlatmanın sadece bir yolu anlatmak olmadığını görürüz. işte o zaman biliriz ki yazar, bunu "soluklanmak" için yazmamış; o yolun "neredeyse" soluk aldığını göstermek için yazmıştır.

“tan ağarırken iri yağmur damlaları düştü. damlalar, sürü­lü toprağın yumuşak, ince tozuna değince kof sesler çıktı. bir alaycı kuş toprağın üstünden uçarak geçti, ağlayan bir bebek sesi çıkardı uçarken. sonra yorgunluktan bitmişçesine inledi, daha sonra da, ufkun aydınlanmaya başladığı noktaya varınca hıçkırdı, bir kahkaha attı, yine inledi. “ 
örneğin, yazar, bir yolu anlatırken bir "sahne" değildir anlattığı. o yoldan biri geçecek diye ya da o yolda az sonra bir "olay" olacak diye filan anlatmaz. o yolu anlatır. sadece o yolu. biz de böylece, bir yolu anlatmanın sadece bir yolu anlatmak olmadığını görürüz. işte o zaman biliriz ki yazar, bunu "soluklanmak" için yazmamış; o yolun "neredeyse" soluk aldığını göstermek için yazmıştır.




|| ekşi: #24228236 - görsel: They Have Given Us the Land – Sophie Leetmaa


15 Mart 2013 Cuma

+KONSER: Bir arayış biçimi olarak müzik...

  Müziğin başlı başına bir arayış biçimi olduğu kesindir. Müzisyenin geçmiş-şimdi-gelecek bağlamında ki hissiyatlarının dışa vurumudur tüm bu icralar. Bu nokta da insan doğasının içinde barındırdığı tüm renk tonlarını görebileceğimiz en ideal müzik türü emprovizedir. Makale de ki tüm konserlerin tamamı doğaçlama olmasa da -bazı icralarda müzisyenler belirli ritiminden referansla o an ki hissiyatlarına yöneliyorlar, bkz: john zorn in marciac- müzisyenler enstrümanlarının onları sürüklediği düzensizliğe bırakıyorlar kendilerini.

  Bu insanların yaptığı müzik; ruhlarının derinliklerinde beslemiş oldukları hüznü, kaygıyı, mutluluğu, acıyı, tutkuyu canlandırıyor. Doğaçlamanın ve yaratıcılığın her molekülü bu insanların enstrümanlarından, her biri farklı coğrafyalarda ve zaman dilimlerinde yeşeriyor.

  Burada yaptığım seçki, internet üzerinden dinleme şansını bulduğum ve beni de müziyenleri kadar kayboluşa sürükleyen bir kaç konseri içermektedir. Elbette henüz bahsi edilmemiş veya keşfedilmemiş bir çok icra mevcuttur ama onlarında zamanı gelecektir;


1 - Don Cherry in Bombay: Ryhthms of world

  Avangard müziğin ustalarından, trompetci Don Cherry. İlk bahsini duyduğumda anlatılan hikayesi ile beni daha çok cezbetmiş bir kişilik. Şöyle ki; müziğin tutkusuyla, eğitimini yarıda bırakıp atalarının topraklarına, sıcakla kuraklığın ve sayısız ölümün kol gezdiği ütopik topraklara yolculuğa çıkıyor usta. Amacı dedelerinin müziğini yaratacağı tınıların içine dalmaktır. Yaşamını ve ona şuan sunduklarını bir kenara bırakıp kara topraklara gidiyor. Burada müziğin en saf haline bakıyor, dinliyor ve kendi ruhunda yeni çığırlar açıp geri dönüyor. Caz müziğinin  mihenk taşı olan bu garip adam, müziğin peşi sıra bir çok sınırı böylesine cesaretle, merakla aşıyor.

  Karşınızda yaratıcı müziğin en uç noktalarından biri olan Hindistan'da Don Cherry ve arkadaşları -Alice Coltrane, Trilok Gurtu, Zakir Hussain, L. Shankar, T.H. 'Vikku' Vinayakaram- batının modern ve doğunun kadim müziğini bir potada ustaca, zevkle, tutkuyla eritiyor. Biz ölümlülere kalan ise bu ziyafetin tadına varmak oluyor.

  

+ not: konserin tamamı youtube'a toplam altı bölümde yüklenmiştir. burada ilk iki bölüm var, devamı için youtube'a yönelin.