28 Şubat 2014 Cuma

+ KONSER: Marcus Miller veyahut İstanbul Güzellemesi..*

  * Güncelleme: Daha önce 'Jazzwoche Burghausen'da Marcus Miller Tayfası' başlığıyla yayımlanan içeriği, bir kaç gün önce ki keşiften/ayrıntıdan ötürü değiştirme ihtiyacı duydum. İlk yayımda odak noktası Blast! isimli parçaydı. Fakat konserin tamamını izledikten sonra fark ettiğim ve Marcus Miller'ın Blast! parçasına başlamadan önce dile getirdiği mühim bir mevzu, parçanın ehemmiyeti üzerine vurgu yapmamı gerektirdi.

  İcra öncesi şundan bahsediyor Marcus; "Şuan ki ekibimle birlikte dünya turundayken kendimi İstanbul'da buldum. İstanbul'da sokaklarda dolaşıyor ve sesleri dinliyordum ve bende bu seslerden etkilendim.[1] Orada, şu an İstanbul'da bulunup ama New York'lu olmanın sesinden etkilenmiştim ve bende bu sesleri harmanlamaya çalıştım.."

  Bu güzel ayrıntıyı geç fark etmemin sebebi, yayınladığım vidyonun "..harmanlamaya çalıştım" kısmından başlatılmış olmasıydı. İlgili vidyo halen aşağıda. Tabi parçayı çok beğenmiş olmalıyım ki, Marcus Miller ve tayfasını doyasıya dinlemek için konserin tümünü aradım ve elbette hemen buldum. Zevkle izlediğim ve bir küsür saat süren konser, en az Blast parçası kadar dolu dolu. Ayrıca konserin tamamını izledikten sonra bahsetmeden geçemeyeceğim bir kaç mevzu daha vuku buldu. Yaklaşık 2010'da kurduğu bu ekip hem an itibari ile hemde gelecek hususunda oldukça mühim bir ekip. Ekipte göze çarpan ilk kişilik, henüz 25 yaşında olan ama son 7 yıldır caz dünyasında adında sıklıkla ve takdirle söz ettiren Alex Han. Herif bu genç yaşına rağmen, Marcus Miller'ın da bir röportajında dile getirdiği gibi [2] muazzam bir olgunluk sergiliyor. İkincil mühim şahsiyet, kocaman gülüşü ile neredeyse müziğini gölgeleyen güzel insan Sean Jones ve elbette klavye de ki Pena ama tüm konser boyu bir an olsun dikkatimi üzerinden ayırmayan isim ise davulcu Louis Cato. Galiba uzun bir süredir bu kadar keyifli bir davul icrası dinlememiştim. Konser boyu yaptığı ataklar, Miller'ın solo demlerinde ki ustalıklı çalışı, bu gencecik sanatçının ilerleyen dönemlerde çok muazzam işlere el atacağının belirtisi.

  Miller'in -yine Blast icrası öncesinde- bahsini ettiği grubu toplama fikri, nev-i şahsına münhasır Miles'ı anmak ve onun fikriyatını devam ettirmek için Tutu revisited projesi ile genç sanatçıları bir araya getirmek ve Miles'ın çalışmalarını tekrar canlandırmak temelli oluyor. Bu bağlamda Sean Jones'ı ve yeni keşfi Berkeley koleji öğrencisi Alex Han'ı ekibe dahil ediyor. Bu sırada davulcu arayışında olan Miller'a yardımı yine Alex Han yapıyor ve kolejden/grubundan arkadaşı portekiz menşeili Louis Cato'yu öneriyor. Ekibin son halkası Federico Pena'nın katılımı ile Marcus Miller'ın projesi hayata geçiyor.


  Yayımın ilk içeriği de şöyleydi;
  Tıklım tıklım funk elementler ile dolu Blast! parçasıyla, Marcus Miller ve saz arkadaşlar; Alex Han (a. saksafon), Sean Jones (trompet), Federico Peña (klavye), Louis Cato (davul) hep birlikte Almanya'nın Baverya eyaletinde ki Burghausen kentinde muhteşem bir konser vermiş. Evvelce, 2012'nin Mart ayında toplanan ekibin konserinden coşkun, haraketli, deli dolu, kıpır kıpır bir kesit.





+Dipnot:
[1] o anda Marcus gülümser, zira kendisine bir güzelleme yapılmıştır. bkz: konser, dk. 43:42
[2] Tomajazz'ın Marcus Miller ile Tutu Revisited temalı röportajı. 

..ve konserin tamamı için buradan devam etiniz; 'Marcus Miller 44 int. Jazzwoche Burghausen by NASSE'

27 Şubat 2014 Perşembe

+ Vidyoçalar: Tamer Temel

"gelir dalgın bir cambaz. geç saatlerin denizinden. üfler lambayı. uzanır ağladığım yanıma. danyal yalvaç için. aşağıda bir kör kadın. hısım. sayıklar bir dilde bilmediğim. göğsünde ağır bir kelebek. içinde kırık çekmeceler. içer içki üzünç teyze tavan arasında. işler gergef. insancıl okullardan kovgun. geçer sokaktan bakışsız bir kedi kara. çuvalında yeni ölmüş bir çocuk. kanatları sığmamış. bağırır eskici dede. bir korsan gemisi! girmiş körfeze."
Ayhan, Ece; Bakışsız bir kedi kara


 Vidyoçalar serisi için rotayı ülke sanatçıları olarak belirlememiş olsam da, bir şekilde ikinci yayın da bir Türk sanatçıya ayrılmış oldu. İlk yayında da parmaklarım; kulaklarımda cereyan eden müzikal esrikliği benden bağımsız -kendi özerkliğinde- yazıyordu ve bugün yine aynı ruhaniyet ile güzel insan Tamer Temel'in ardı sıra koşturmaya verdi kendisini. Aslında vuku bulan bu durum gecikmişte oldu; zira Tamer Temel'i keşfedeli çok oldu, bir kedi kara albümü hayranlıkla dinleyeli pek vakit geçti lakin bir şekilde blogta paylaşmaya geç kaldım. Tam olarak hatırlayamadığım mevzu ise Ece Ayhan mı beni bir kedi kara albümüne getirdi yoksa Tamer Temel'in kendisi mi? Ama nasıl olduysa caz paletinde ece ayhan poetikasının cümbüşü varmış, şahitliğini ettik.

  Girizgahım her ne kadar Tamer Temel'in kendisi olsa da, bir kedi kara albümü sanatçı kadar mühim bir nitelik taşıyor gözümde. Usta saksafoncunun bir taşla iki kuş vurduğunu gördüğümüz yapıtında, caz eliyle canımız ciğerimiz Ayhan'a selam çakıyor sevgili Tamer Temel. Böylece ademoğlunun en sevdiği müziği, en sevdiği şairle yol arkadaşı olabileceği hakikat ile bendenizi esrikliğin bir başka demine götürüyor. Ne yazık ki Tamer Temel ile bir kedi kara albümü eksenli herhangi bir röportaj yapılmamış -kim bilir belki bana kısmet olur- ama kesinlikle sanatçının neden Ece Ayhan'ın en karaşın şiiri tabir edilen bakışsız bir kedi kara'yı seçtiğini, bestelerinde yine şiirin ne tür izleri var hususunu öğrenmek isterdim.

  Sırası gelmişken, yine bir kedi kara albümüne atfen bahsi edilmesi gerek mevzulardan biri de albüme katkı da bulunan sanatçılar. İşin güzel yanlarından biri de Temel'in son albümünü dinlemeden önce; başta Serkan Özyılmaz, daha sonra Kenny Wollesen ve en son Eylül Biçer'i birbirlerinden bağımsız, bambaşka projeler de duymuş ve zevkle dinlemişti ama Tamer Temel sayesinde tüm bu güzel sanatçıları, böyle anlamlı bir albümde bir arada görmek albümü başka başka boyutlarda tartıp biçme olanağı sağlamış oldu. Albümü dinledikten sonra net üzerinden yapılan araştırmalarda Temel'in önce ki yapıtlarına da ulaşabildim ve yıllar yılı almış kat ettiği yolda birbirinden güzel hikayelerin başına gelmiş olduğunu gördüm. Kuvvetle ihtimaldir ki bu hikayelerinden en güzeli Barcelona albümü öncesi başından geçmiştir -ki albüm tanıtım bültenin de yer almıştır;
Tamer Temel’in Barcelona’yı kaydetme fikri Amerikalı cazcı Dave Allen’le bir araya gelmesiyle oluşmuş. Albümü Allen’le birlikte New York’ta kaydetmek için hazırlanan hatta kayda girecekleri stüdyoyu bile ayarlayan Temel’in planları ABD’nin vize vermemesiyle altüst olmuş. Yaklaşık üç ay albüm çalışmalarını durdurduktan sonra Mark Turner, Larry Grenadier, Jeff Ballard’dan oluşan Fly Trio’yla bir araya gelmesiyle ise işler değişmiş. Hayranı olduğu bu müzisyenlerin yüreklendirmesiyle Tamer Temel, Dave Allen’la birlikte Barselona’ya gidip albümü kaydetme kararı almış. Tüm hazırlıklar yapıldıktan sonra önce Milano’ya gidilmiş. Tam o sırada İzlanda’daki yanardağ patlaması nedeniyle uçuşlar iptal edilince işler yine sarpa sarmış..Tüm bu badirelerden sonra dört gün gecikmeli olarak Barcelona’daki Laietana stüdyosuna girilip başlanan kaydın sonucu dinleyicilere Barcelona olarak dönüyor.  

  Ayrıca okurken kendisi kadar beni de heyecanlandırmış bir hikayesi de şöyle olmuş;
                                                    -2012'de Işıl Yılmaz'ın kendisi ile yaptığı bir röportajdan öğreniyoruz 
ve bu anısı bir üstte ki anının başlangıcıdır aslında-

İnternetten albüm indiriyoruz bazen. Sevdiğim bir müzisyenin albümünde çalıyormuş. İndirdiğiniz müzik dosyasıyla beraber albümde kimlerin çaldığı ile ilgili bilgiler de geliyor ve müziği çok hoşuma gitmişti. Orada sitesinin de adresi vardı. Girdim inceledim siteyi, hiç yapacağım bir şey değil, contact bölümüne tıkladım ve çalışmalarını sevdiğimi belirten bir mail attım. O da döndü ve teşekkür etti. Daha sonra 2 yıl sonra bir mail attı ve eşiyle birlikte İzmir’e geleceklerini söylediler ve oradan sohbetimiz başladı ve albüm ortaya çıktı.

  Derya denizdir caz şiarına bir başka metafordur Tamer Temel; derya deniz bir insandır. Henüz kendisini canlı dinleme ve/ya kendisiyle tanışma şansına nail olamadım ama umarım bu mütevazı karaşınla denk gelirim.

  +Not: Birebir tanışmadığımız birine varsayımlarla mütevazı demek sakınılası bir durumdur ama bir kedi kara albüm tanıtım videosunda, tüm ekipten sonra görüşleri bildirmeye başlayan Tamer Temel'in; mevzu klipte ki mimikleri, ses tonu ve son cümlesi; "umarım dinleyenler bizleri de, albümü de, müziği de severler" deyişine bu kelime eksik bile kalıyor ve ister istemez biz dinleyiciler de sevinç ve teşekkürü borç bilme duygusu uyandırıyor.






20 Şubat 2014 Perşembe

+ FiLM: Ahiren İzlenenler -I

Son zamanlarda denk gelip izlediğim güzel yapıtların bir çalışmasıdır. Bu vesileyle sinefillere haber etmiş bulunalım...


"L'illusionniste" (2010)
 Fransız animatör Sylvain Chomet'in
 elinden çıkma sihirbazın trajikomik
hayatından bir kesit anlatan güzel bir animasyon film.









"Revanche" (2008)


 Criterion Collection listelerinden bulunan, 
Avusturyalı yönetmen Götz Spelmann'ın 
sade, sakin psikolojik drama yapıtı.







 "Waking Life" (2001)

Rüyalar, varoluşçuluk, hayal mi gerçek mi
ve daha bilumum mevzu da kafa patlatan
görselliği artı diyalog hali bir zor takibe tabii
zihin açıcı/bulandırıcı bir Richard Linklater filmi.








"Week End" (1967)

Jean Luc Godard'ın sürrealist yapıtı,
yol filmi, burjuvazi ve erkleri, imgeler ve sözcüklerle
bize damıta damıta aktaran güzel bir eser.









"Papurika (2006)


Ne diyim;
"rüyalar ile internetin ne farkı var, 
ikisi de bilinç altının kol gezdiği yerler."
den başka...

+ Natama: Dinin gereksizliği üzerine bir kozmogenesis kurgu*

* Aşağıda okuyacağınız metin Natama [hayat memat] dergisinin Ocak/Şubat/Mart 5. Sayısında yayınlanmış ve Ali Dündar tarafından kaleme alınmıştır. Burada, metnin sadece belli başlı bir kaç bölümü yayınlanmıştır, tamamını okumak için; Natamadergi.com/Nerelerd bağlantısından size en yakın Natama dergisi satan kitap evine ulaşın.


"

  Öyleyse bazı insanlar, ki bunlar azımsanmayacak çoğunluktaydı, Yüce Işık inanışına neden bağlılık göstermişlerdi peki?

                                                                                                               Ali Dündar


  O an geldi; Yüce Işık'ın olmadığı ispatlandı. Bilim evrenin, oluşun anlamını tek bir teoriye indirgedi. Görüldü ki Yüce Işık yok, Yüce Işık diye bir şey yok.

  Yüce Işık diye bir şey yoktu; bizi yaratan bir güç, sonunda ona döneceğimiz bir insanperest yoktu, her şeye kadir, her şeye gücü yeten bir şey yoktu. İnanmayanlar haklı çıkmıştı. Bu duruma önceleri onlar da şaştılar. Ancak inananların şaşkınlığı, daha korkunçtu tabi. Neyse ki inanmayanlar inananları kucakladılar da ortalık biraz sakinleşti.

  Artık herkes Yüce Işık'ın olmadığına ikna olmuştu. Onun olmayışına methiye niyetiyle şiirler yazıldı, destanlar okundu, şarkılar söylendi, filmler çekildi, heykeller yontuldu, resimler çizildi, çadırlar kuruldu. İmamlar, keşişler, gezginler, radikaller, dinciler "Yüce Işık yoktur" dediler. Artık Yüce Işık yoktu. Ne kitapları ne de peygamberleri gerçek değildi. Din bir yanılsamaydı. Artık hiçbir insan "Yüce Işık vardır" diyemezdi. Teori hiçbir şüpheye yer bırakmadan "Yüce Işık yoktur"u ispatlıyordu. Sen bile görür görmez anlardın. Yüce Işık diye bir şey yoktu.

  Böylelikle yokluğa düştük. Yüce Işık yok idiyse; tinik hiyerarşi, spatyom, doğum, aşk, inanç, iman, melekler, genedoğum, ilahi algılama, en yüce hal gibi mistik dayanışmalar da doğru değil demekti. Oluş, bir ilahi Evrensel Yönetici Mekanizma tarafından işletmiyordu. Kozmik sistemler, üzerinde var olmaktan kaçınmadığımız yaşam sirkülasyonunun bir parçasıydı sadece. Sadece var olan şeyler vardı. Geleceğimiz artık belirsizdi, önümüz bomboştu. Geçmişimizi tekrar gözden geçirmeliydik. Atalarımız hakkında çok yanılmıştık. Atalarımız yanılmışlardı.

  Her şeyi tekrar ele almaya başladık. Tamam; o zaman, evren dediğimiz şey oluşmuş olalı beri hareketli, sürekli devinen bir şeydi. Evrenin her yerinde bir şeyler oluyordu. Olmalıydı. Olmuştu. Öyleyse bazı insanlar, ki bunlar azımsanmayacak çoğunluktaydı, Yüce Işık inanışına neden bağlılık göstermişlerdi peki? Belki de Yüce Işık insanın olmayı hayal edebileceği en uç noktalardan biriydi. İnsanın, kendi tekamülünün sonunda isteyebileceği en büyük şey, Yüce Işık olmaktı. Yüce Işık yoktu. O zaman pekala da insan Yüce Işık olabilirdi. Yüce Işık olmak her şeye gücü yetmekti. Eğer Yüce Işık olunabiliyorsa, böyle bir olasılık varsa; şu neydi, bu niyeydi diye düşünmeye gerek kalmazdı; ne güzel!
...
Yüce Işık yoktu belki ama yerküremiz, insanların hiçbir katkısı olmadan, kendini var edip canlandırma yetisine sahipti. Evren ise biz olmadan da varlığını sonsuza dek devam ettirebilirdi. Bu özelliği bile onu Yüce Işık yapmaya yeterdi. Sistem, bir Yüce Işık'tı diye düşünmeye başladık bu aşamada. En azından Yüce Işık olma özelliklerine sahip görünüyordu.
...
Yüce Işıksız geçirdiğimiz bin yılın sonunda, evrenin her yerine yayılmıştık artık. Oluşun her katmanında artık insan vardı. O kadar gelişmiştik ki, evrenin her yerinde kolaylıkla seyahat edebiliyorduk. Oluştan oluşa, boyuttan boyuta, lokal sistemlerden majör sektörlere kadar gezip tozuyorduk. Birçok farklı uygarlıklarla karşılaştık, ilişkiler kurduk, insandışı varlıklardan dostlar edindik.
...
Yüce Işık olmaya ramak kaldı diye düşünerek bir bin yıl daha geçti. Birbirinden güzel, bir sürü minyatür oluşlar yarattık sıkıntıdan. Yeni masallar anlatarak zamanımızı geçiriyorduk. Birbirinden güzel masallar uyduruyorduk. Sıkılmıştık. Hala tek bir insan bile ermemişti ama. Kritik aydınlanma kütlesine bir türlü ulaşamıyorduk. Işığın likitleşmesi ise tam bir fiyaskoydu maalesef.  
...
Yepyeni bir evren yaratmaya karar verdik. Bunu yapabilirdik, biliyorsun. Ne düşünürsek gerçekleştirebiliyorduk zaten.
...
Bu evren yaşadığımız evrenin bir benzeri olacaktı.
...
Yeni evren devindi.
...
Gaia
...
                    "

+ Godard: Oinville ne tarafta?


17 Şubat 2014 Pazartesi

+ ko-yaa-nis-qatsi*



* (Hopi dilinden), i.
1. çılgın yaşam.
2. fırtınalı yaşam.
3. dengesini yitirmiş yaşam.
4. bütünlüksüz yaşam.
5. değiştirilmesi gereken yaşam biçimi.
08-Prophecies [Philip Glass] @youtube 

5 Şubat 2014 Çarşamba

+ Sahne: The Birdland Jazzista Social Club

+Sahne'ler ile ülkede ve yurt dışında ki güzel müzik mekanları ve bu mekanlarda icra edilmiş çalışmaları bir araya getirmeyi istedim. İstanbul'un Mittani'sinden, New York'un Small's 'una kadar, net üzerinden canlı performanslarına ulaşabildiğim mekanları tanıyacağız.
+Sahne'lerin ilkiyle Berkeley sokaklarına iniyoruz;

   İlk defa saksafoncu Eric Crystal'ı ararken denk geldim -kendi tabirleriyle- Birdland Cazcı'larına. Daha sonra ki incelediğim canlı performanslardan pekte tanınmış isimlere denk gelmedim ama bu mekanın bir tılsım vardı ve google amcaya iletilen iki tık ile güzel mekanı şöyle böyle bir tanıdık. 

  2009'larda dünyanın en iyi müzik okulu tabir edilen Berkeley Kolejinin yanı başında kurulmuş, ilk hedefi bölge insanının komşularıyla müzik ve barbeküye doyacakları bir alan oluşturmakmış. Vaktiyle bu alan oluşmuş ve kar amacı gütmeyen işletme ruhaniyeti ile cuma geceleri toplandıklarında, komşuların yanlarında getirdikleri yiyecekler-içeceklerle radyo yayınları eşliğiyle takılmışlar. Gittikçe ilgi çeken etkinlik daha çok katılım, daha çok yiyecek ve artık yerel bir caz ekibiyle canlı performanslara evrilmiş. Bu sırada getirilen yiyecekleri evsizlere ve etrafta ki hayvanlarla paylaşma halleri mekanın artık cuma geceleri dopdolu olmasına sebep olmuş. Şikayetler, kurallar dahilinde etkinlik halleri kısıtlanan mekan, artık halka açık olmaktan özel etkinlik mekanı olmaya itilmiş. Fakat bu durumda şöyle aşılmış; Giriş ücreti: Üye ol, isteyenler müzisyene 10-20$ bağış bırakıyor-Yiyecek İçecek beleş!* 

  Mekan kısıtlamalara rağmen halen mahallenin favorisi olması durumu, artık daha sık canlı müzik icralarını zorunlu kılmış. En başından beri canlı performanslar için uyguladıkları sistemi genişletmeleri de bu sorunun çözümü olmuş. Mevzu çözüm; Berkeley Müzik okulunda okuyan öğrencileri sahne çıkarmak. Bu çözüm hem müzikal tatminleri, hemde öğrencilerin düzenli sahne alma ve az buz para kazanma yollarını sağlamış.

  Kendi halinde, eski bir garajdan bozma, müdavimleri öncelikle mahalle halkı olan, dünyanın en iyi müzik okulunun öğrencilerinin icralarıyla her cumayı barbeküyle geçiren güzel bir mekandır Birdland Jazzista. Yolumuzda düşerse ne ala...


Öncelikle Scott Amendola Band'den saksafoncu Eric Crystal'ın dörtlüsünü, 
ardından kim olduğunu bulamadığım Alabama'lı Mike ve en son 
Berkeley öğrencileri ile genç trompet yeteneği ödüllerini toplayan Josh Shpak'ı dinleyeceğiz...






+bilgi: işletmenin facebook hesabından alınan bilgi! 

3 Şubat 2014 Pazartesi

+ GEZi: Tabiatıdır devletin, öldürmek...



---
II. velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim 

babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede acaba halk nedir diye düşünür arada işittiği 

dudullu'dan tâ salacak'a koşarak alkışlayalım fazla babalarıyla dondurma yiyen çocukları 

hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir?

-1970, Ece Ayhan

2 Şubat 2014 Pazar

+ Zornoloji: Bölüm IV veyahut JZ/ Mitos ve Ötesi


Masada tepesi ve kalesi...


  1990'ların başlarında oluşturmaya başladığı songbook'a bu ismi uygun görmüştü John Zorn. Geçmişine yaptığı -şanlı ve kanlı tarihin- yolculuğuna ait bir tanımdı Masada. 1970'lerde başlayan müzikal arayışlarında belirli bir durağa gelmiş ve artık anlatılması gerekenin, konunun ne olduğunun arayışına başlamıştı. Böylece aidiyetine ilişkin bir söylev vücut buluyordu arayışlarının ortasında. Tanık oldukları, duydukları ona rehber olmuştu ve patikanın ucunda, Yeninin tarih anlayışını da benimseyecekti. Bir halk olmanın, üstüne düşen sorumluluğunu belki seküler ama anlatılana inançla bağlı kalarak yerine getirecekti. Masada projesi; sebepleri, işleyişi, güncelliği ile halihazırda onlarca tartışmaya gebedir ama bir o kadar Masada'nın kendisi de öyledir. Çünkü taşların üzerinde ki tarih, yalan ve gerçeğin griliğinde yansıtıyor güneşi bizlere.   



  • "Bizler özgür erkekler olarak kalacağız ve Masada bir daha asla kaybetmeyecek"; [1]
  
  Ölü Deniz'in batı yakasından 476 metre yükseklikte, dört tarafı sarp kayalıklarla çevrili bir platodur Masada. İsrail'in güneyinde, Judea çölünün kıyısında taştan bir kale. [2]Günümüzde kabul edilen açıklamasıyla; Masada ismi coğrafik bir tanım olmasının yan sıra, Roma imparatorluğunu ve partizanlarını Yahudiye bölgesinden sürmek için kama-adamlar'ı tarafından başlatılan bir başkaldırının sonuçlandığı bölgedir. Kudüs'un düşüşüyle birlikte, Yahudi isyancıların sığındıkları ve yapım tarihi İÖ 37'e dayanan Masada kalesinde sayısı 960'ı bulan savaşçılar, Roma'nın 10. Lejyonuna teslim olmak yerine toplu intiharı seçerek özgür insanlar olarak ölmeyi göze almışlardır. [3] Her ne var ki modern İsrail'in mühim bir 'özgürlük' hikayesi olarak addedilen bir bölgesi/olayı olarak resmiyet kazanmış olsa da, Masada kalesinde gerçekleşen olaylar ve Masada kalesinin kendisi hakkında 2000 yılı bulan bir süreç boyunca hiç bir hatırat veya söylev var olmamıştır. İlk defa 1800 yıl önce Yahudi tarihçisi Flavius Josephus tarafından aktarılan bölge/olay, siyonizmin kurucularından Theodor Herzl tarafından Masada'nın 'haç bölgesi' ilan edilmesine kadar bu kayalık ve kayalıkta yaşanan trajedi yok sayılmıştır. [4]

  Geçmişi hakkında hala ciddi argümanlar olan bu tarihi bölge, 1960'larda İsrailli general ve arkeolog Yigael Yadin'in yaptığı kazılardan sonra; hızla ulusal ve kutsal bir bölge, aynı zamanda dini ve resmi bayramlarda İsrail halkı tarafından ziyaret edilen bir tarih haline geldi. Binyıllar sonra kendisine yapılan atıflarla; Masada kalesi, İsrail devletinin yeni jenerasyona sunabileceği bir sürekliliğin referansı ve yaklaşmakta olan savaşlarda, önce halkının ve ardından askerinin vatan-millet-sakarya düsturunu uygun düşünmesini sağlayacak bir olguydu artık. Böylece 10. Lejyonun ancak iki-üç aylık uğraşıları sonucu yapılan rampa ile tepesine varılabilen Masada kalesine, '60larda yapılan kazıların hemen ardından devlet tarafından yaptırılan telefirik ile dakikalar içinde çıkılabiliyordu. Hergün yüzlerce ilkokul öğrencisi ve bir o kadar turist tarafından ziyaret edilen kale, zamanla İsrail'in en yoğun turizm alanı oldu. [4] [5]

  Bugün görünen tarihinde, defalarca Roma'ya başkaldıran Yahudiler için; Masada şan ve şeref dolu bir olgudur. Lakin yakın zamanlara kadar devam eden bilimsel araştırmalar, tüm bu anlatıların birer uydurma olduğu ve ölümüne yakın Yadin'in bir röportajında dile getireceği "devlet böyle yapmamı istemişti" itirafıyla kazılar sırasında ortaya çıkan tutarsızlıkların sebepleri anlaşılacaktı. Hala İsrail'de belli kesimlere destansı bir tarih hissiyatı doğursa da, askeri eğitimini tamamlayıp yeminlerini yapmak üzere tepesine çıktıkları kalede "Bizler özgür erkekler olarak kalacağız ve Masada bir daha asla kaybetmeyecek" cümlesiyle biten yeminleri okuyan askerlerinde dahil olduğu bir kesim için yalanlardan ibaret bir harabedir Masada. [6]


+ Dipnot:
[1]: Recovered Roots: Collective Memory and the..., syf:138, Yael Zerubave, (1995)
[2]: Wiki-EN, Masada (erişim: 1 Şubat, 2014)
[3]: The Guardian gazetesi /İngiltere, Israel's Masada myth (erişim: 1 Şubat, 2014)
[4]: jaygary.com, The Myth That Was Masada (erişim: 1 Şubat, 2014)
[5]: Hareetz gazetesi /İsrail, No more heroes? Digging deeper into the Masada (erişim: 1 Şubat, 2014)
[6]: History News Network, Is the Truth About Masada Less Romantic? (erişim: 1 Şubat, 2014)