30 Haziran 2014 Pazartesi

+ FiLM: Bir çölde sekiz müzisyen...



   İskenderiye Polis Seramoni Orkestrası’ndan 8 adam Mısır’dan İsrail’e gider. Petah Tikva’da bulunan bir Arap Kültür Merkezi tarafından davet edilmiş fakat bir yanlış anlamadan ötürü (Arapçada “p” sesi olmadığından ve sıklıkla yerine “b” kullanılır) bando takımı Necef Çölünün ortasında ki hayali kasaba Bet Hatikva’ya giden bir otobüse binerler. 

  Kasabaya vardıklarında başka bir otobüs bulamazlar ve ne yazık ki kasabada bulunan herhangi bir otelde yoktur. Bando ekibi akşam yemeğini Dina’nın küçük lokantasında yerler ve geceyi de Dina’nın ve arkadaşlarının evinde geçirirler. Ayrıca yer azlığından birkaç kişi de lokantada uyur. 

  Film bandonun bu kısa ama uzun gecesini tüm keyfi ve acısıyla anlatır bizlere…

Şöylede bir tadımlık sahnemiz var;



+Not: Film hakkında daha fazla bilgi için @imdb @ekşi @wiki_En

28 Haziran 2014 Cumartesi

+ Adam bir şeyler biliyor!

I had a woman
Livin' way back o' town
Yeah she treated me right
Never let me down
But I wasn't satisfied
I had to run around

Now she's gone and left me
I'm worried as can be
Oh I've searched this world all over
Wonderin' where she could be
I would ask that she forgive me
And maybe she'll come back to me

I'm lonesome an blue
And I've learned a thing or two
Oh fellas here's a tip
I'm gonna pass on down to you
Never mistreat your woman
Cause it's gonna bounce right back on you




15 Haziran 2014 Pazar

+ Bilginize...

Aslında direnmek pek keyifli bir şeydir. 
                                Direnin, ve elbette eğlenin...




8 Haziran 2014 Pazar

+ Uzakta bir vesayet var*

31 Mayıs tarihinde, şahit olmak istemediğim bir sahne dönüyordu İstanbul sularında.

Stone'nun elbette bir bildiği vardı lakin saflık bu ya! olmadı, olmuyor ve olmayacak ütopyasında tercih kılmıştım.

Ne varki işte o mühim gündü Stone'nun ne demek istediğini daha iyi anlamak zorunda kalışım.

buyrun;


* değerse yakar!

4 Haziran 2014 Çarşamba

+ Vidyoçalar: İnan olsun ben öyle bir şey demedim! *

* Yıl 1957, Ekim ayının ilk çarşambası. Harold o gece kız arkadaşını sahnenin önünde ki masa da oturduğunu görünce, ani bir sıçrama ile saksafonunu tiz seslere boğmaya başlamıştı. Curtis'in bile şaşkın bakışlarla kaldığı o an, kız arkadaşı dışında herkes efsane abimizin doğacın en güzel anlarından birini sergilediğini düşünüyordu. Ne var ki sahne bittiğinde ve Harold emektar enstürmanını standa yerleştirip Lydia'ya yaklaştığında, Lydia'nın suratı mosmor kesilmişti. Yorgun argın durduğu yerden "Ne oldu yine Lydia? Bu defa neye kızdın" diye seslendi ve Lydia heyecanla "Anlıyorum Harold, ne demek istediğini çok iyi anlıyorum." diye cevap verdi. O ara yanlarına yaklaşan Blue Mitchell lakaplı Richard hafifçe Harold'un omzuna vurup "Kolay gelsin, sil baştan devam herhalde" diyerek yanlarından geçip gitti. Gecenin artık en zor kısmı başlamıştı Harold için; Lydia yine sarhoş ve yine kızgındı. Usul adımlarla yanına yaklaştı ve "Ne oldu aşkım, yine ne oldu? Lütfen bana da söyler misin?" diye kulağına fısıldadı. "Daha ne olacak be Harold, daha ne kadar bana küfredeceksin? Hadi söyle, ne zaman beni görsen bağırmaya başlıyorsun ve sonra bana 'Ahh aşkım ne oldu ne oldu' diye şaşkın şaşkın geliyorsun. Daha ne olsun Harold? Hadi bu defa da ben öyle demek istemedim de, hadi söyle!" Gözleri tekrar önüne düşen Harold, bıyıklarında kalan birayı emdikten sonra "Lydia, aşkım! ne dedim ki ben?" diye sordu. "Gözleri kızarmış, ağlamak üzere olan Lydia; "Saksafonunla bana bağırdın, küfrettin. Biliyorum, anlıyorum, biliyorum seni lanet olası" diye bağıra bağıra elinde ki bardağı yere fırlattı. Artık olay Lydia ve Harold'dan çıkmıştı ve bütün klübün gözleri onlara dönmüştü. Harold'a ve sevgilisine alışkan olan ekibi bile, sonra ki sahnede ne olacak diye sabırsızlıkla onları izliyordu. Harold ise daha önce defalarca duyduğu bu ithama yine aynı şekilde cevap veriyordu: "insan olsun ben öyle bir şey demedim! Senin anladığın, sana kızdığımı veya bağırdımı sandığın şekilde değil Lydia. Sadece saksafon çaldım aşkım, lütfen hadi gel eve gidelim. Çok yorgunum." diyip Lydia'nın kollarından tutup onu klüpten çıkardı...

  Belki de dünyanın en şanslı insanıydı Harold. Enstrümanıyla kendisine konuştuğunu sanan bir sevgilisi vardı ve Bop döneminin sıçramasını yaşatan kişiydi o. Henüz 73 yaşındayken, yine Lydia ile yaşadığı kentte, Los Angeles'da hayata gözlerini yumdu. Kendisini geç tanıdım. Cliff Brown ve Max Roach'un karmasında karşıma çıkmıştı. Muazzam bir ses, bize haykıran, bizimle konuşan bir varlık. Hem, ikibuçuk yıllık hayatıyla caz dünyasını sil baştan yazan bir ekibin üyesinden ne beklenir ki? Belki de Lydia haklıydı, bizimle sadece enstrümanı aracılığıyla konuşuyordu ve çok iyi konuşuyordu.

  Vidyoçalar serisi için en az üç-dört canlı kaydı olan kişi veya kişileri seçmekti niyetim ama efsane Harold'a yok demek zor geldi. Buyrun, caz dünyasının bir başka efsanesinin muazzam bir canlı performansı sizi bekliyor....