31 Ocak 2014 Cuma

+Zornoloji: Bölüm III veyahut JZ/Aşağı Manhattan


  Stefan Hirsch, New York, Lower Manhattan (Oil on canvas, 29x34 in.1921
 
  Sanat her daim bir icra alanına ihtiyaç duyar; ademoğlu ilk -sanat- mabedi mağaralardan çıkıp, birbirinden yüksek beton yığınlarının gölgeleriyle kaplı sokaklarında icra ediyor içsel anlatımlarını bugün ve bu sayede, koca bir kent günışığına hasretini gideriyor. Bir kent düşünün! Semt isimleriyle hangi sanat akımının lokomotifi olduğunu anlatıyor. Bir kent! çoğu dünya kentlerden farklı olarak; varoşlar-banliyöler veyahut zenginler-fakirler yada etnik yapısına göre ayrılmıyor semtleri bu kentin.* Minimalist veyahut kavramsalcı sanat hallerine göre kabuğunu taşıyor üstünde. Kapılarının ardında ki canlılık, yaşam enerjisini tüm bu akımların tezahürlerinden beslenerek çoğaltıyor. Bir kent, gecenin zifirisinde ve günün en terli deminde bile yeni çocuklara gebe kalıyor, yeni akımlar doğuyor, yeni sanatlar büyütüyor içinde.


  • Yeni Umutlar

  Bir kent, New York. 1600'lerden beri yeni bir hayatın ilk durağı. Avrupa'nın kuzeyinden-güneyine ayrılan her geminin hedef noktası olarak belirlenen, yeni kıtanın en büyük liman kenti. II. Dünya savaşından çıkmış koca ülkenin, büyük bunalımlarında bile sanatı yaratmaya devam eden ve büyük ihtimal süreklilik mizacının ilk alışkanlıklarını yine bu dönemlerde edinen bir yanı da borsa kenti. Kozmopolitliğini, ülke sınırlarında ki renkler çümbüşünden ziyade bu skalaya eklenen kıtalar, ülkeler arası erime potası olma halinden alan kent. New York'u bir çok alanla birlikte sanatın da ilk saflarına erdiren en büyük etken tam olarak 'Yeni hayat'  umutlarının ilk istasyonu olması mıydı bilinmiyor. Lakin sebep her ne ise! Kent, son yüzyılın -sanat- mağarası rolünü ifa ediyordu ve hala ediyor. [1]

  Gerçekten bir beton yığınıdır bu kent. Gingsberg'in Malloc'larından biri. Ama yine de yığınla insanın vazgeçemediği ve hala 'yeni hayat' umutlarının ilk akla gelen durağıdır. Galiba tanıdığım ilk New York'lu Woody Allen idi. Kentin nihilist ve matrak bir kişiliği. Yıllar yılı onun sinemasında New York'un, uyuşturucuvari bir varlığı olduğuna ikna etmişti beni. Ardından Paul Auster'ı tanıdım, başka bir müptela. Wayne Wang ile birlikte Blue in the Face'te kentin diğer keşleriyle doğaç bir halde anlatıyorlardı New York'u. (Hatta burada öğrenmiştim! Belçika waffle'ı tabirinin ülkeyi değil, Brooklyn'i işaret ettiğini) Beatniklerde çok sürtmüştü bu kentte. Burroughs dededen Gingsberg'e her biri gelip, Manhattan sokaklarında gay barlar ve alt-kültürün diğer izleklerini aramışlardı burada. Peki ya cazın rahminden gelip, renkliliğin bir parçası olmaya aday Treme dizisinin Zulu King torunu trompetçi Delmond Lambreaux'a ne demeli? Bu belgesel-dizi de gördüğümüz gerçek; her sanatçının New York'a teğet geçmesi düsturuydu. İlginçtir! Zorn'a dair araştırmalar yaptığım günlerde bir başka yüzünü gördüm bu kentin daha bir kaç gün önce, yine bünyede şaşkınlık ve hayranlıkla anma durumu yaşamıştım; Noan Baumbach'ın 2013 vizyonlu Frances Ha!'sı New York'u, New Yorkluluğu tüm bohemliliğiyle aktarıyordu bize.


  • Sanat Akımları 

  Bütün bu gerçekliklerin, Downtown bölgesine ve bu bölgenin John Zorn'a katkısı vardı. İkinci Dünya savaşıyla birlikte Nazilerin hışmından ve yok oluştan kaçan sanatçılar, yazarlar, müzisyenler, filozoflar birer birer  Avrupa'dan ayrılıp batıya sığındılar. Buhran döneminde olmasına rağmen Amerika bu beyin göçleri ve beyinlerin yaratım arzularının yeni topraklarda ki devamlılığı sayesinde daha 1930-40'lar da kollektif bir ürettim haline tabiydi. Avrupa'dan gelen sanatçılar tüm New York'u baştan sonra etkilemiş, aynı zamanda alt kültürlerin yönlerinde değişimler yaşamasına sebep olmuş. Bu akımların en mühimi Avrupa'nın avantgart sanat akımı Dadaizm'di. Akımın öncülerinden Duchamp, Tzara veya Ernst gibi dadaist sanatçıların New York'ta kurdukları ilişkiler ve oluşan yeni topluluklar hızla avatgart'ı New York yerlisi veya diğer şehirlerden/eyaletlerden gelen göçmenlere nüfus etti. Bu etkileşimler sonucu yine Avrupa kökenli olan yeni bir akım olan Fluxus'lar, '50lerde besteci John Cage'ın deneysel müzik çalışmalarının keşfiyle ortaya çıktı.Konsepti Neo-Dadaist olan bu akım, aslında Litvanya kökenli George Maciunas'ın Litvanya Kültür Derneği aracılığıyla çıkarmak istedikleri derginin adıdır. 1960'larda katılımların arttığı sanat akımının Avrupa festivalleri öncesi çıkarmış olduğu manifesto da ise Maciunas Fluxus'u şöyle tanımlamaktadır; "Sanatta devrimsel bir gelgitin oluşmasını sağlamak, yaşayan sanatı ve karşı sanatı (anti-art) yaymak." Fluxus'ların New York'ta ki bu doğuşu ve gelişimi, kenti 2010'lara kadar sanatsal bölgelere bölecektir ve bugün Downtown müziği denince akla ilk gelen olgunun oluşumuna sebep olacaktır. [2] [3] [4]

  New York'ta ki sanat kronolojisinin ve geçmişte ki bu olayların; Türkçesi coğrafik tabirle Aşağı Manhattan olan Downtown'a etkileri, 1953'de doğan John Zorn'nun gençlik yıllarından başlamak üzere St. Louis'de ki Webster koleji dönemine kadar onun avangart akımlarla içli dışlı olmasını sağlamış ve gelişim sürecinde onu sanatsal olarak yönlendiren etkilerin de katılımıyla Zorn, New York'a döndükten sonra Downtown'a yerleşmiş ve burada tuttuğu apartman dairesinde, Downtown müziğinin gelecekte sık sık bahsi geçilecek sanatçılarıyla toplantılar, jam sessionlar düzenlemiştir. Avangart müziğinin rahminde ki Zorn; toplumca kabul görülen müziğin/sesin dışında, tamamen bölgesinin ve insanlarının hep birlikte çizdiği özerklik sınırları dahilinde müziğini icra etmeye başladı. Mevzu özerklik sınırları, New York'u sanatsal bölgelere ayırırken öylesine belirginleşecek ki kentin Uptown-Downtown diye ayrılmasına sebep olan sanat hareketleri ve kente dair akademik araştırmalar bu ayrımı anlayıp, analiz etmeye çalışacaktır. Avant, journal of the philosophical-interdisciplinary vanguard dergisinin 3. sayısında Ted Gordon imzalı 'John Zorn: Autonomy and the Avant-Garde' makalesinde yazar Downtown'nun New York'ta ki yeri hakkında şunları yazacaktır; "Bir çok eleştirmen, müzisyen ve hatta akademisyene göre, New York'un müzik sahnesini özellikle coğrafik çizgilerle 'Uptown', 'Midtown' ve Downtown' diye ayıran çok belirgin sınırlar mevcuttur. Mevzu şemayı temel olarak sırasıyla 'Akademik', 'Repertuar' ve 'Avangart' müzik çalışmaları belirliyor." [5] Kenti böylesi kesin çizgilerle ayırmayı başaran sanatsal tercihlerin Downtown'da avangart ile örülü olmasını, 1920'lerden itibaren hızla artan Avrupalı sanatçıların akımına özellikle karşı duruş gösteren John Cage sağlamıştır. '40lar ve '50lerde ki New York'ta ki müzik topluluklarınca benimsenmeyip, Cage'i dışlamasının ardından tamamen Cage hayranı Le Monte Young'ın Yoko O'no'nun çatı katında verdikleri konser serilerinin ardından John Cage Downtown ahalisi tarafından tanındı ve bu ahaliye dahil oldu. Her ne kadar Cage bu yeni  topluluğa da rol modeli olarak Avrupalıları almamasını öngörse de, bugünkü Downtown teriminin içini dolduran ana etmenler Avrupa menşeli olup, Cage'i bu hassasiyetinde yalnız bırakmıştır. [6] Zamanla çeşitli sanatsal akımlar ve takipçileri Downtown'da hakimiyet kurmuş ve Downtown'da icra edilen müzik, resim, heykelcilik, gösteri sanatları gibi dallarda sırasıyla şu jenerasyonlar görülmüştür; Kavramsalcılık, Minimalizm, Performans Sanatları, Deneysel Rock, Serbest Doğaçlama, post-Minimalizm, Totalizm. Bu skalada beşinci jenerasyona denk gelen John Zorn, 1970'lerde dahil olduğu Downtown camiasına ABC, Public Theatre, The Kitchen gibi bölgenin mühim mekanlarında vermeye başladığı konserlerle, avangart ve deneysel müziğin 1980'lerde ki en iyi temsilcisi olarak seçilecektir ve bu seçimi New York Times gazetesi yazarı John Rockwell şöyle aktaracaktır; "'70lerin downtown sahnesi için Steve Reich veya Philip Glass ne önem arz ediyorsa, '80ler için John Zorn'da aynı önemi göstermektedir." [7][8]


  • Gerçekler ve Değişim

  Geçmişiyle kendi anlamını kuran ve bir sanat hareketine dönüşen bölgenin müzisyenleri, 1980'lere gelindiğinde köksel izleklerini sanat akımı perspektifinden bireysel geçmişlerine ait perspektiflere çevirecektirler. Geçmiş ile olan bağ, Downtown hareketinden çıkıp, her bir sanatçının doğduğu toprağa, ait olduğu anılara, bilinç altında her daim yaşayan seslere yönelecektir. Böylece sonra ki bölümde John Zorn'nun köklerine doğru yapmış olduğu muazzam ve yaratıcı yolculuğuna bizi çıkaracak olan seyahatin ilk bileti alınmış olacaktır. Ancak bu yolculuğa Downtown sahnesinde, artık kendisini yahudi bir besteci olarak tanıtan John Zorn yalnız çıkmayacaktır; aynı dönemlere takriben Downtown'da ki değişime tabii olan Arto Lindsay, Brezilya tonlarını toparladığı albümlerini yayınladı. Kesinlikle bahsi geçmesi gereken diğer bir kişi, John Zorn'nun tüm geçmiş uğraşılarında gitarını elinden düşürmeyen yetenekli sanatçı Marc Ribot. Ribot'da bu güruha '90larda yapmış olduğu Küba ve Latin müziğine katılacaktır. Yine arayışlarda ve yeni icralarda bulunan diğer sanatçılardan biri, pan-Asya doğaç grubu The Far East Side Band'ın kurucusu Jason Hwang'tir. [9] Downtown müzik sahnesi artık değişiyor, çünkü son 10 yıldır New York'un kendisi değişiyor. Profesör, araştırmacı yazar Kyle Gann'ın Downtown üzerine 1998 yılında kaleme aldığı makale de bahsi geçen "20. Sokağın aşağısı Downtown sınırları oluyordu" cümlesi yazarın şubat 2012'de yaptığı güncellemeden sonra konunun şöyle bir değişikliğe uğradığını saptıyordu; "Coğrafi kategorizasyonların artık bir geçerliliği kalmadı. Yeni nesil genç besteciler, bundan böyle daha aşağılara -Downtown- diye tabir ettiğimiz bölgelere okumak üzere geliyor. Artık her bölge sahip olduğu zenginlikleri önyargısız, merakla irdeleyerek ve yeri geldiğinde sahiplenerek diğer bölgeye açıyor." [10]

  Sanatın bir başka arayış ve ifade biçimi olan müzik, caz yoluyla yirminci yüzyılın başlarından itibaren tüm insanlığın beğenisini kazandı. Bu başarısında ki en büyük sır belki de hep değindiğim geçmiş-an-gelecek düzlemine sadık kalmasıydı; yeniyi inşa ederken, arkada bıraktığımızı sandığımız geçmişten referanslar alması. Geleceğin asla geçmişten ayrı kurulamayacağı gerçeğine nail olmuştuk. Böylece caz müziği tüm saflığı ve kendine has tonuyla bizleri klasik çağdan bir adım yukarıya taşıyan sıçrama noktası oldu. Değişim yadsınamaz bir başka gerçeklikti ve şehirler, mekanlar, insanlar her geçen saniye bu değişime tabii oluyordu; ama en önemlisi müzisyenler bu değişimi yaşıyordu. 1970'lerde başladığı müzik hayatının kilometre taşlarından birinde, değişimin ilk demleri John Zorn'a zuhur ettiği vakit; artık geçmişin, kökenin ve varlığın ilk solukları  müziğine yansıyacaktı. Masada projesi; müzisyenin değişen içsel hallerinin, hala aynı metotla dile gelmesiydi.
Masada, tarihin avangart bir anlatışıydı.
Vesselam...


+Dipnot:
[1]: US History Timeline: 1700 - 1800, Dr. Quintard Taylor, Jr. University of Washington 
[2]: Artstory.org, Movement Fluxus (erişim: 29 Ocak, 2014 )  
[3]: Sosyal Süreçleriyle Fluxus ve Ötesi, Fırat Arapoğlu ve Engin Beksaç, Trakya Üniversitesi (2009)
[4]: Wiki-EN: FluxusDadaismW. S. BurrougsA. Gingsberg (erişim: 29 Ocak, 2014 )   
[5]: John Zorn: Autonomy and the Avant-Garde (syf:10), Ted Gordon, Avant Journal Vol:3 (2008)
[6]: An Essay on Downtown Music, Kylee Gann, Bard College 
[7]: Jazz.com, Encyclopedia of Jazz Musician, Zorn, John (erişim: 25 Ocak, 2014)
[8]: Milken Archive, John Zorn (erişim: 27 Ocak, 2014)
[9]: New York Times, Crossing Music's Borders..., Adam Shatz (erişim: 30 Ocak, 2014)
[10]: An Essay on Downtown Music, Kylee Gann, Bard College 

+*: New York'ta da elbette etnik yapılara ait bölgeler vardır; Çin mahallesi, İtalyan mahallesi gibi lakin bu bölgeler, tüm bir semti ifade etmediği için böyle bir tespitte bulundum.. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder