Ulusun korkma!
Nasıl, böyle bir beyazı boğar
Zenci dediğin,
bir mahlukat ?
Homo Faber Yazıları, Cilt IX, Syf: 13
Teresa'nın Aşk'ta ki temsiliyeti; salt alt ve üst sınıfların birbirleriyle olan ilişkilerini değil, toplumlar arası tüm bu diyalogların kökeninde yatan, burjuvanın ve kölenin yaşam/düşünüş anlayışları ile pratiklerinde, her iki tarafı emek sömürüsünden ahlaki etiklerine değin sorgulayan sosyolojik bir kolajın parçasını oluşturuyor.
Kriterlerde, ısrarla üçlemenin en iyi bölümü olduğu ifade edilen yapıt, her bir bölümünde kadının; toplumda ki bütün normlara olan yaklaşımını ve elbette birey olarak ahlaki ve politik etiklerinin tüm bu normlarla etkileşimini anlatıyor. Bir ailenin üç farklı ve bir o kadar benzer kadınlarının yaşamlarını anlatan Ulrich'in Cennet üçlemesi, son yılların en iyi seri filmlerinden biri addediliyor.
Çağımızın bir çok yarasına ve -kaos sarmalına dönen- sorunsallarına odaklanan Cennet: Aşk, Cennet: İnanç ve Cennet: Umut filmleri, derdi olan ve bu dertlerini naif bir dille anlatan ve kesinlikle izlenmesi gereken takdire şayan bir trilojidir.
* Tüm anlatısının içinde, Ulrich'in altını kalın çizgilerle çizip, vurguladığı bir andır bu! Mevzu sahnenin öncesi ve sonrasını da bu dakikalarla birleştirdiğimizde, Teresa'nın; orta sınıf Avrupalı kimliğine rağmen, küresel bir paydaya dair ruhaniyeti şiddetle yaşadığını ve saf insanı duygularlarına dair kırılmalarına şahit oluyoruz.
Zira kukusunda ki kılları eleştiren erkek arkadaşı onu terk etmiş ve geri kalan erillerin ise Teresa'da tek gördükleri; sarkık memeler, koca bir popu ve yaşlılıktır. Belki de tüm yaşamsal tezatlığının bir mühim demi sayılacak bu anda, Teresa şöyle fısıldar; "gözlerime bak, içine, ruhuma.. Ben sadece bu gördüğün beden değilim!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder