"the government simulacra are simply mobile machines that creep about on an airless surface where no humans could exist."
bir claracanderan çalışmasıdır.
Eğer müzikal esrikliklerim/iz son tahlilde PKD'nin Simulakra'sında ki gibi, yalnızca toplumu hipnoz eden araçlardan biri olmadığı sürece, suratımızda tarifsiz hazlar mimiklerine daha fazla yer vermekte yarar var.
Memleket gündemi sayısız acı ve haksızlıklarla yanıp tutuşurken, hemen yanı başımızda muazzam bir katliam süregidiyor. Bir yandan boy boy seçim afişleri, diğer yandan uzayan ölüler listesi. Gezegen sayısız badirelere yaşayadursun; geçmiş ve an düzleminde, birbirinden kilometrelerce uzak mekanlarda; insanoğlunun en büyük tesellisi olan müzik, yine birbirinden farklı onlarca insan tarafından icra edilmeye devam ediyor.
Kurguyu gerçekle yeğ tutmanın elbette pek bir mantığı yok ama kurgunun gerçeğin bir yansıması olduğu da inkar edilemez. Netice de Simulakra'yı bitirip sağıma soluma bakarken -ki fena afallamıştım; hem böylesi distopik bir bilimkurguyu okumayalı çok olmuştu, hemde ruhları bu kadar tedirgin ederken esrikliğin metin boyutunu yükselten bir yapıta denk gelmiştim- aklımda hala sanat yoluyla kitlesel kontrolün türevlerine dair fikriyat zigzagları dönüyordu. Kitapta, insanlar komünlerde belirli rutinlerini yerine getirirken -ki bu üretimin devamını geitrme eksenindedir- ruhsal dinginliği yedi/yirmidört yayında olan ve belgeselinden bilimine, sanatından kültürüne türlü bilgiyi Nicole'ün dilinden insanlara aktaran televizyon kanalıdır. PKD'nin postmodern teknokültür teorilerine cuk diye oturan yapıtında, dikkatimi en çok çeken -elbette düşündüren- mevzu "müzik" oluyordu. Böylece şehir cangılında kulağımda müziğimle dolaşadururken, ister istemez "ya yabanileşen hem cinslerimi daha fazla görmemek için beynimi ve algımı salt notalarla tıkıyorsam?" sorusu çıktı karşıma. Biraz tedirgin oldum, evet! ama yine de durumu kontrol edebiliriz, biliyorum.
Cliff Roberts: The First Book Of Jazz
İş bu vesile ile son günlerin, bilumum cihazlarımda dönmekte olan şarkılardan küçük bir kesit aşağıdadır;
Nice övgüyü hak eden Brad Shepik'i ilk defa geçen yıl dinlemiştim. Güney kentinde ellerimizde biralar, kulağımızda ortak dilin mahsüllerinden; yine terimin orijinalini albüm ismi alan ve saksafonda Peter Epstein, perküsyonda Matt Kilmer'ın olduğu "Lingua Franca" albümü aracılığıyla tanışmıştım kendisiyle.[1] Albümü ilk defa dinledikten sonra ister isteremez asıl dikkatimi çeken Peter Epstein ve kadife tonlarda saksafon performanslarıydı. Ta ki bu yıl Brad Shepik'in dahil olduğu nice projeyi ardı ardına keşfedip, tekrar ama daha sıkı bir şekilde "Brad, Şepik" diyene kadar...
Bu defa karşıma çıkan sima -artık mevzu çehreyi daha dikkatli inceliyordum- bir müzik seyyahıydı. Aslen Seattle'lı olan ve '90larda New York'un meşhur downtown bölgesine* gelen Şepik, gitarında ki tınılar belirginleştikçe; yavaşca kıta avrupasına, balkanlara ve uzak doğuya yönelmeye başladı. Artık ülke ülke geziyor, müzisyenlerle tanışıyor, jam'ler yapıyor ve gezdiği coğrafyaların müzikal zenginliklerini her projesine dahil ediyordu. [2]
Pachora'yla, Dave Douglas Üçlüsü ve Subdivenersity ekibiyle ama en önemlisi The Commuters ile yelkenlerini bol bol doğunun rüzgarlarıyla dolduruyor ve dinlemesi pek keyifli icralar yaratıyor. "Gezmek" fiilinden türeyen ve son kertede zarfa dönüşen The Commuters; Türk ve Afrika müziklerini Balkan aromalı cazıyla bir araya getiyorlar. [3]
Şepik amcayı irdeledikçe bu defa karşıma başka başka güzel icralar, topluluklar çıkmaya başlamıştı. Bu defa vardığım nokta, bassist Justin Goldner'ın ve saz arkadaşların çaldığı Subdiversity band idi. Ekiple ilk tanışıklığımı, modern rebetikonun yaratıcısı yunanlı buzuki üstadı Vassilis Tsitsanis'in 'Bitter is my pain' eserini yorumladıkları icraydı. [4] Aşağıda youtube çalma listesi olarak verilen icraları dinlerken, göreceksiniz ki etnik caza dair düşülecek daha çok şerh varmış. Listede beşinci sırada olan 'The Flood' icrasına gelindiğinde ise, saksafoncu Jonh Beaty muhteşem bir armoni ile bize aperitifi verip, akabinde telli sazlar ikilisini ayağa kaldırıp neredeyse inen çıkan her notada suratta türlü mimiklere peyda oluyor.
Ve evet, laf dönüp dolaşıp tekrar saksafona geldi. Böylece nevi şahsına münhasır bir enstürmantalist ile tanışmış oluyordum. Subdiversity'de ki tekniğini daha ilk duyduğumda içim ürpermiş ve iyi bir sanatçının izleğinde olduğumu hissetmiştim. Google amcaya sorulan isimle birlikte kendisini ve hikayesine dinlemeye başlıyordum: "her şey Teksas, Beaumont'da başlıyordu... Joe ve John Beaty kardeşler yollarda sazlarını buluyor ve son duraklarını New York tabi kılıyorlardı. New School'da eğitimlerini alıyor ve nice iyi müzisyenle ortak çalışmalara başlıyorlar, daha hasat döneminin başında birader Joe kalbinde ki sıkıntıdan ötürü kariyerini duruyor. Sağlık sigortaları olmadığı için herhangi bir tedavi uygulanamıyor ve sonunda piyano maestrosu Fransız Jean-Michel Pilc'in desteği ile bir kardiyolog bulunuyor ve Joe yavaş yavaş ayağa kalkıyor. Tüm bu talihsizlikler biraderleri sarmışken, John turlara devam ediyor ve icralarını yapıyordu. Kardeşi iyileşip Beaumont'a döndüğünde, John aralarında trompetçi İbrahim Maalouf, perküsyonist Cyro Baptista, saksafoncu Kenny Garret, trompetçi Chris Botti gibi bir çok devin yer aldığı, Sting'in 'If on a Winter's Night...' albümünde saksafonuyla yer alıyor ve biz fanilere kollektif bir şaheser sunuyordu. [5]
Beaty'i araştırırken bu defa yine bir başka güzel çalışmaya denk gelmiştim. New York'un yeni nesil trompetçilerinden Jon Crowley. Etrafına topladığı genç yeteneklerle, modern caz iyi bir örneğini sunan The Rehumanization albümünü daha bu yıl yayınlayan Crowley; özellikle 'And We Talked All Night' icrasında gerçekten tüm gece sürecek ve tadına doyum olmaz muhabbetlere sürüklüyor bizi. [6]
Bir kaç gece önce ilk defa Brad Shepik'i ve ondan referansla tüm bu güzel müzikleri dinledikten sonra muazzam bir esriklik doldurmuştu suratımı. Hemen ardında, daha yeni bitirdiğim Simulakra ile güncel olayların bünyede ki bileşkesi, bu metne ilgili hususta bir şerh düşmem gerektiği olgusuna getirdi beni.
Yine de tüm bu tedirginlikleri aşacağız, bir keresinde Sancho Panza demişti: "... müzik olan yerde kötü bir şey olmaz..."
Sevgilerle.
*: Downtown'u anlatan ve özelinde John Zorn olan ilgili makale için: @Uzak Kültür; +Zornoloji: Bölüm III veyahut JZ/Aşağı Manhattan
+ Dinle:
[1] Hazreti Google'da ve youtube'da albümü bulamadım, ancak daha sonra kendim yükleyeceğim.
[2] Brad Shepik Quartet - Accros the way
[3] Brad Shepik ve The Commuters'in The Loan albümünden bir kaç parça: @Grooveshark
[4] Mevzu ekibin youtube playlist'i için: @Youtube. Aşağıda tadımlık bir icra;
[5] İlgili albümün full yüklemesidir;
[6] Parçanın youtube'da canlı icrası da mevcuttur!